Yahudi
iflas ettiğinde eski defterleri karıştırırmış. Bunamanın ilk belirtilerinden
birisi de eskileri fazlaca hatırlamakmış. Geçmişte yazdığım blog yazılarıma şöyle
bir göz attım, artık gündemin insanı felç eden ardışık şoklarından mıdır, bir
blog yazarı olarak iflas ettiğimden midir, yoksa sadece bunama belirtileri
gösterdiğimden midir nedir blog yazılarımda kendimden, gözlemlerimden, anılarımdan fazlaca bahsetmişim meğer. Eh sonuçta bu yöntem, gerekçesi her ne
olursa olsun tarz haline gelmiş. Öyleyse devam!
Bilinen
fıkradır ya hatırlatayım: Liseden iki arkadaş yıllar sonra karşılaşırlar. İkisi
de yaşlanmıştır. Biri diğerine sorar: “Ee! Ne yaptın bakalım Mustafa?” Öteki
anlatır: “Memur oldum, evlendim bir kızım oldu. Okulu bitirdi işe girdi. Çok
başarılı. Patronu onu o kadar seviyor ki bütün seyahatlerde yanında götürüyor.
Ev aldı ona, güzel giysiler, mücevherler alıyor. Pahalı hediyeler, restoranlar…Kızım çok rahat, çoook. Peki, sen ne yaptın
be Hasan?” Hasan cevap verir: “Ben de memur oldum evlendim, benim de kızım
oldu, benim kızım da orospu oldu ya ben senin gibi güzel anlatamıyorum.”
Niye
anlattım bu fıkrayı: Yıllarca şuna inandım hep: Birisini beğenirsin,
ilgilenirsin, seversin, birlikte olursun ama onun için deli divane olmazsın.
Aklın hep başındadır, ilgin ve sevgin onun hatalarını yanlışlarını görmene onun
bir insan olduğunu görmezden gelmene neden olmaz. Ya da ne diyeyim bir bedende
iki can taşıyamazsın. Birileri duygularını Mustafa gibi allayıp pullayarak
anlatıyordur. Yaşanılan aynı şeydir ama ifade tarzı değişiktir. Eh tabi herkes
şair olamaz.
Sonra
Dilan’ı tanıdım. Dershane yıllarımdan tanıdığım bir öğretmendi. Eşi ölmüş, o da
küçük bir oğluyla yaşam mücadelesi veriyor, otuzlarının başlarında hoş, alımlı
bir kadın. Diyarbakırlı, etnik bilinci yüksek, ateist falan.
O
yıl dershaneye talep çok fazla olduğu için her branşa 2-3 stajyer aldılar,
okulu yeni bitirmiş tazecik kızlar, delikanlılar. Gelenlerden biri olan Kemal
ile Dilan birbirlerini sevdiler ve evlenmeye karar verdiler. Kemal henüz 22
yaşında, Yozgatlı, ailesinin yaşam tarzına ise İslami kurallar hâkim.
Evlilik
dediğimiz şey, çok ortaklı iki şirketin birleşmesi olduğundan ve hissedarlar,
ortaklık payı ne olursa olsun kendilerini, büyük ortaklar olan gelin ya da
damattan bile daha yetkili gördüklerinden, iş daha baştan sarpa sardı. Düşünün
şimdi: Gencecik pırıl pırıl oğlan, kendisinden on yaş büyük üstelik dul ve çocuklu
bir kadınla evleniyor. Gelinin kolunun, başının açık olması, namaz kılmayıp
oruç da tutmaması olayı daha da beter hale getiriyor. Bunlar “Aşkımız bize
yeter” deyip evlendiler. Bir kızları oldu ama diğer ortakların çeneleri hiç
kapanmadı. Şirket aile şirketi, diyemiyorsun ki: “Al lan payını, sat hisseni
defol git!” Üstelik başlangıçta fark etmedikleri ya da aşarız sandıkları
kültürel farklılıklar, inanç çatışmaları, siyasi görüş farklılıkları… da
cabası. Bunlar 3 yılın sonunda boşandılar.
Kemal,
altı ay sonra Türk ve Müslüman bir öğretmen kızımızla evlenip Antalya’ya
taşındı ve hemen bir bebeği oldu. Ama kızıyla ilgili maddi sorumluluklarını
yerine getirdi hep. Dilan ise iki çocuğu ile birlikte yaşam mücadelesine devam
etti. Tatillerde, bayramlarda Kemal’den olma kızını arada uçağa bindirir Antalya’ya yolladı babasını
görsün diye.
Aradan
yıllar geçti, ben, bir özel okulda çalışmaya başladım bir yandan da özel ders
veriyorum. Dilan da benimle aynı özel ders bürosunda çalışıyor. Bir gün
birlikte çalıştığımız büro öğretmenlerine Buca Gölet’te yemek verdi. Dilan’la
birlikte onun arabasıyla gitmeye karar verdik. Yemek dönüşü de kızını hava alanına bırakıp öyle dağılacağız evlere.
Hava alanına gittik kızı uçağa bindirdik gecenin bir vakti tenha yolda arabayla
dönüyoruz ve Dilan hafiften ağlıyor. “Dilan” dedim, “Geriye dönüp baktığında
keşke Kemal’le evlenmeseydim diyor musun?” Dörtlülerin düğmesine bastı, arabayı
sağa çekti durdurdu, arabanın lambasını yaktı yüzüme baktı. “Bugün yine onun
gibi ayağımı yerden kesen biri karşıma çıksın ve ben bileyim ki sonu yine böyle
olacak, yine de aynı şeyleri yaparım” dedi.
O
an dehşetle fark ettim ki birileri, benim de yaşadığım hikâyeyi güzel anlatmıyorlar,
onlar benden farklı bir hikâye yaşıyorlar. Ben, her neyse o, o şeyi kaçırmışım.
Çok analitik olmaktan mı, septikliğin dibine vurmamdan mı nedir ben, o bir tende
iki can olmak durumunu yaşayamadığım gibi algılayamıyorum bile. Hani arılar
morötesi dalga boylarını da görür, siz böyle bir şey olduğunu bilirsiniz,
yaklaşık olarak nasıl bir şey olduğunu da tahmin edersiniz ama asla siz o
ışınları göremezsiniz. Sanırım öyle bir şey.
Morötesi
ışınları görebilenlere selam olsun.
Ayşe İhsan
Bu
yazının kişisel gelişim açısından ana fikri: Yok J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder