27 Eylül 2015 Pazar

GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ

Yahudi iflas ettiğinde eski defterleri karıştırırmış. Bunamanın ilk belirtilerinden birisi de eskileri fazlaca hatırlamakmış. Geçmişte yazdığım blog yazılarıma şöyle bir göz attım, artık gündemin insanı felç eden ardışık şoklarından mıdır, bir blog yazarı olarak iflas ettiğimden midir, yoksa sadece bunama belirtileri gösterdiğimden midir nedir blog yazılarımda kendimden, gözlemlerimden, anılarımdan fazlaca bahsetmişim meğer. Eh sonuçta bu yöntem, gerekçesi her ne olursa olsun tarz haline gelmiş. Öyleyse devam!

Bilinen fıkradır ya hatırlatayım: Liseden iki arkadaş yıllar sonra karşılaşırlar. İkisi de yaşlanmıştır. Biri diğerine sorar: “Ee! Ne yaptın bakalım Mustafa?” Öteki anlatır: “Memur oldum, evlendim bir kızım oldu. Okulu bitirdi işe girdi. Çok başarılı. Patronu onu o kadar seviyor ki bütün seyahatlerde yanında götürüyor. Ev aldı ona, güzel giysiler, mücevherler alıyor. Pahalı hediyeler, restoranlar…Kızım çok rahat, çoook. Peki, sen ne yaptın be Hasan?” Hasan cevap verir: “Ben de memur oldum evlendim, benim de kızım oldu, benim kızım da orospu oldu ya ben senin gibi güzel anlatamıyorum.”

Niye anlattım bu fıkrayı: Yıllarca şuna inandım hep: Birisini beğenirsin, ilgilenirsin, seversin, birlikte olursun ama onun için deli divane olmazsın. Aklın hep başındadır, ilgin ve sevgin onun hatalarını yanlışlarını görmene onun bir insan olduğunu görmezden gelmene neden olmaz. Ya da ne diyeyim bir bedende iki can taşıyamazsın. Birileri duygularını Mustafa gibi allayıp pullayarak anlatıyordur. Yaşanılan aynı şeydir ama ifade tarzı değişiktir. Eh tabi herkes şair olamaz.

Sonra Dilan’ı tanıdım. Dershane yıllarımdan tanıdığım bir öğretmendi. Eşi ölmüş, o da küçük bir oğluyla yaşam mücadelesi veriyor, otuzlarının başlarında hoş, alımlı bir kadın. Diyarbakırlı, etnik bilinci yüksek, ateist falan.

O yıl dershaneye talep çok fazla olduğu için her branşa 2-3 stajyer aldılar, okulu yeni bitirmiş tazecik kızlar, delikanlılar. Gelenlerden biri olan Kemal ile Dilan birbirlerini sevdiler ve evlenmeye karar verdiler. Kemal henüz 22 yaşında, Yozgatlı, ailesinin yaşam tarzına ise İslami kurallar hâkim.

Evlilik dediğimiz şey, çok ortaklı iki şirketin birleşmesi olduğundan ve hissedarlar, ortaklık payı ne olursa olsun kendilerini, büyük ortaklar olan gelin ya da damattan bile daha yetkili gördüklerinden, iş daha baştan sarpa sardı. Düşünün şimdi: Gencecik pırıl pırıl oğlan, kendisinden on yaş büyük üstelik dul ve çocuklu bir kadınla evleniyor. Gelinin kolunun, başının açık olması, namaz kılmayıp oruç da tutmaması olayı daha da beter hale getiriyor. Bunlar “Aşkımız bize yeter” deyip evlendiler. Bir kızları oldu ama diğer ortakların çeneleri hiç kapanmadı. Şirket aile şirketi, diyemiyorsun ki: “Al lan payını, sat hisseni defol git!” Üstelik başlangıçta fark etmedikleri ya da aşarız sandıkları kültürel farklılıklar, inanç çatışmaları, siyasi görüş farklılıkları… da cabası. Bunlar 3 yılın sonunda boşandılar.

Kemal, altı ay sonra Türk ve Müslüman bir öğretmen kızımızla evlenip Antalya’ya taşındı ve hemen bir bebeği oldu. Ama kızıyla ilgili maddi sorumluluklarını yerine getirdi hep. Dilan ise iki çocuğu ile birlikte yaşam mücadelesine devam etti. Tatillerde, bayramlarda Kemal’den olma kızını arada uçağa bindirir Antalya’ya yolladı babasını görsün diye.

Aradan yıllar geçti, ben, bir özel okulda çalışmaya başladım bir yandan da özel ders veriyorum. Dilan da benimle aynı özel ders bürosunda çalışıyor. Bir gün birlikte çalıştığımız büro öğretmenlerine Buca Gölet’te yemek verdi. Dilan’la birlikte onun arabasıyla gitmeye karar verdik. Yemek dönüşü de kızını hava alanına bırakıp öyle dağılacağız evlere. Hava alanına gittik kızı uçağa bindirdik gecenin bir vakti tenha yolda arabayla dönüyoruz ve Dilan hafiften ağlıyor. “Dilan” dedim, “Geriye dönüp baktığında keşke Kemal’le evlenmeseydim diyor musun?” Dörtlülerin düğmesine bastı, arabayı sağa çekti durdurdu, arabanın lambasını yaktı yüzüme baktı. “Bugün yine onun gibi ayağımı yerden kesen biri karşıma çıksın ve ben bileyim ki sonu yine böyle olacak, yine de aynı şeyleri yaparım” dedi.

O an dehşetle fark ettim ki birileri, benim de yaşadığım hikâyeyi güzel anlatmıyorlar, onlar benden farklı bir hikâye yaşıyorlar. Ben, her neyse o, o şeyi kaçırmışım. Çok analitik olmaktan mı, septikliğin dibine vurmamdan mı nedir ben, o bir tende iki can olmak durumunu yaşayamadığım gibi algılayamıyorum bile. Hani arılar morötesi dalga boylarını da görür, siz böyle bir şey olduğunu bilirsiniz, yaklaşık olarak nasıl bir şey olduğunu da tahmin edersiniz ama asla siz o ışınları göremezsiniz. Sanırım öyle bir şey.

Morötesi ışınları görebilenlere selam olsun.

Ayşe İhsan

Bu yazının kişisel gelişim açısından ana fikri: Yok J