Konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz. Bazen bazı sözcük ya da
cümlelere farklı anlamlar yükleyebiliyoruz. Yanlış anlamalar nedeniyle
gücenebiliyor ya da bileniyoruz. Oysa insanların bize nasıl davrandığı ya da ne
söylediği kadar önemli olan bir diğer durum ise bizim onlara nasıl tepki
verdiğimizdir.
Bir fıkra ile devam edelim: Adam, akşam suratı asık bir
halde eve girer. Kadın,
“Hoş geldin hayatım!” adam,
“Hımm! Hoşbulduk.” Kadın,
“Günün nasıl geçti?” Adam,
“Nasıl geçsin her zamanki gibi.”
Kadının iç konuşması: Tamam, benden bıktı, kesin bir
başkası var, yeni çalışmaya başlayan o sarışın sekreter mi acaba, Allahım ne
yapsam? Şu surata bak, mahkeme duvarı gibi. Boşanacağız, kesin boşanacağız.
Yedirmem onu yedirmeeem. Ölümü çiğnemeden olmaz. Bak ben neler yapıyorum, gör
sen arkamdan iş çevirmek nasıl birşeymiş…
Adamın iç konuşması: Yüzde yüz pozisyonlar gol olmadı.
Kesin şike var. Göz göre göre GS’yi şampiyon yapacaklar, lanet olsun be yaa…
İletişimde 9 olası noktada hata söz konusu
olabilir:
1. Düşündüğünüz,
2. Söylemek istediğiniz,
3. Söylediğinizi sandığınız,
4. Söylediğiniz,
5. Karşınızdakinin duymak istediği,
6. Duyduğu,
7. Anlamak istediği,
8. Anladığını sandığı
,
9. Anladığı
9. Anladığı
arasında farklar vardır.
1.’ye örnek olarak Ali ile Ayşe’nin telefon konuşmasını
ele alalım:
Ali: Bugün akşam benimle sinemaya gelir misin?
Ayşe’nin iki gün sonra kuzeni evlenecektir ve düğün için kaş,
bıyık aldıracağı, manikür pedikür yaptıracağı başka zamanı yoktur. Çünkü yarın
akşam da iş çıkışı, hafta sonu değerlendirme toplantısı vardır.
Ayşe: Akşama işim var gelemem.
Ali: (Kesin Hasan’la buluşacak) El âleme vakit ayırıyorsun
ama bana gelince işin oluyor.
Ayşe: Anlamadım, ne el âlemi?
Ali, niyet okuyor. Ne çok yapıyoruz şu niyet okuma işini.
Kafamızda bir senaryo yaratıyor ve sanki gerçekmiş gibi ona inanıp senaryoya
bağlı tepki veriyoruz. Ayşe, Ali’nin açıkça suçlaması karşısında sinirli bir
sesle tepki vermiştir. Çünkü kendisini haksızlığa uğramış hissetmektedir. Ali
ise Ayşe’nin sinirli ses tonunu, onun suçüstü yakalanmasına bağlar. Eh! Ali’nin
gözünden bir şey kaçar mı yahu? Kaçın kurası o değil mi?
ABD’de anaokulu çocuklarıyla yapılan bir araştırmayı
okumuştum. Kısaca şöyle: Çocuklara içi eşya dolu bir odanın filmi izlettiriliyor.
Odada bir kadın var. Kadın kırmızı renkli bir topu masanın çekmecesine koyup
odadan çıkıyor. Daha sonra bir adam odaya giriyor ve çekmeceden topu alıp
kitaplıktaki kitapların arkasına saklıyor ve odadan çıkıyor. Daha sonra odaya
tekrar kadın giriyor. Tam bu sırada filmi durdurup çocuklara soruyorlar, “Sizce
kadın topu nerede arayacak?” diye. Dört yaş altı çocukların neredeyse tümü
“Kitapların arkasında” diye cevap verirken, dört yaş üstü çocuklar, “Çekmecede”
diye cevap veriyorlar. Dört yaş altı, kendi bildiğini herkesin de bildiğini
sanıyor çünkü. Zaten de bu yüzden gözlerini kapatıp saklandıklarını, kimsenin
onları görmediğini sanırlar ya. Çünkü o sırada o, kimseyi görmüyordur.
Bizler yetişkin olarak kadının topu öncelikle çekmecede
arayacağını, bulamazsa odadaki başka yerlere bakacağını idrak ediyoruz. Çünkü
kadın bizim bildiğimiz bilgiye yani topun yer değiştirmiş olması durumuna vakıf
değil. Ancak sıra iletişime geldiğinde kafamızdakinin, karşımızdaki tarafından
bilindiğini, ya da karşımızdakinin niyetini yüzde yüz bildiğimizi sanıyoruz.
Ali, ikinci gruba örnek. Birinciye örnek
olarak şu diyalog uygun sanki:
+ Aşkım yarın annemlere gidelim mi?
-Nasıl bir arızasın sen yahu?
+ Kırk yılda bir anneme gidelim deyince arıza mı oldum şimdi?
Öyle ya daima beyefendinin istediği yerlere gidince sorun yok tabi.
-Hoppalaa! Bak gördün mü durup dururken arıza çıkarıyorsun.
Ayrıca senin kırk yıl algını tartışmıyorum bile.
+ Asıl sen çıkarıyorsun. Niye gidemiyormuşuz ki yarın
annemlere?
-Kızıım yarın derbi maçı var dananın kuyruğu kopacak. Dünya âlem
bundan bahsediyor; gazetelerde, haberlerde, feyste, her yerlerde ve sen kalkmış
anama gidelim diye tutturmuşsun.
+ Ay valla hiç haberim yok derbiden merbiden aşkım. Ben de
gitmek istemediğin için çemkirme moduna girdin sandım.
Adam, yarın derbi maçı olduğunu biliyor ya karısı da dâhil
dünya âlemin de bunu bildiğini sanıyor. Karısının annesine gitme teklifini de
bu yüzden kendisine yönelik bir saygısızlık, planını bozma girişimi olarak
değerlendirip tepki veriyor.
İletişim kazalarındaki 2., 3., 4., 5., 6.’ya örnek olarak da Ayşe
ile Zehra’nın konuşmasını ele alalım:
Fatma, eksantrik sözcüğünün anlamını değişik, hoş, güzel,
çarpıcı… sanmaktadır. Zehra ise aynı sözcüğün anlamını acayip, tuhaf, garip,
alışılmadık ve delibozuk… olarak bilmektedir.
Zehra işyerine yavruağzı balon etekli, boyun kısmında
kumaştan çiçekleri olan bir elbiseyle gelir ve Fatma’dan elbisesiyle ilgili
fikrini sorar. Zehra aslında iddialı bir elbise giydiğini farkındadır ve bu
nedenle de tedirgindir.
Fatma, eliyle kumaşı okşar ve “Çok eksantrik bir elbise.
Nereden aldın?” (İkinci, üçüncü ve dördüncü dereceden iletişim hatası)
Zehra’nın duymak istediği “Harika bir elbise, sana çok
yakışmış” (beşinci dereceden iletişim hatası) Duyduğu “Ne acayip bir elbise, bu
delibozuk elbiseyi nereden buldun?” (Altıncı dereceden iletişim hatası)
Eh Zehra da dangalak olarak değerlendirdiği, kendisini kötü
hissettiren Fatma’dan en kısa sürede intikamını almayacak mı dersiniz?
7., 8., ve 9.’ya örnek olarak da aşağıdaki diyaloğu örnek
alalım:
Müdür: Bu dosyaları bitmiş olarak yarın masamda görmek
istiyorum. Bir bakın bakalım eğer müsaitse Saliha Hanım’dan da yardım
alabilirsiniz.
Memur: (Bu kadar dosyayı tek başına bitiremem, öyleyse Saliha
Hanım’la paylaşacağız) Peki efendim (Yedinci ve sekizinci dereceden iletişim
hatası)
Memur: Saliha Hanım, müdür bey bu dosyaları yarın sabaha kadar
bitirmemizi istedi. (Dokuzuncu dereceden iletişim hatası)
Gördüğünüz gibi insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 olası durum söz konusudur. İletişim kazalarını tamamen önlememiz mümkün değil ama bunları azaltmak mümkün. Bunun için öncelikle karşınızdakinin beden dilini iyi okumamız gerek. Anladığınız şeyle karşınızdakinin beden dili uyumlu mu? Örneğin Fatma’nın beden dili ve mimikleri Zehra’nın anladığını destekliyor mu yoksa Fatma o sırada elbiseye hayranlıkla mı bakıyor?
Sürekli yanlış anlaşıldığınızdan şikâyet
ediyorsanız söylemek istediklerinizi yeterince net olarak ifade edip
etmediğinizi bir kez daha gözden geçirin. Sözleriniz ile sesinizin tonlaması ve
beden diliniz uyum içinde mi? Örneğin anne bir yandan tavadaki çıkmayan kire
odaklanmış ve bezgin bir halde habire onu ovarken bir yandan da gözünü tavadan
ayırmadan çocuğuna “Tabii ki seni önemsiyorum” diyorsa çocuk gerçekten
annesinin onu önemsediğini mi düşünecektir? Elinden televizyon kumandası
düşmeyen sürekli olarak kanallar arasında gezinen ve bu arada partneriyle
sohbet eden bir kişinin söyledikleri ne kadar etkili olabilir? Söylemek
istediklerinizi söylerken kullandığınız kelimelerin anlamlarını ne kadar
biliyorsunuz? Anlamı az bilinen kelimeleri kullanırken karşınızdakinin o
kelimenin anlamını bildiğinden ne kadar eminsiniz?
Tanımadığınız birisiyle fikrinizi paylaşırken,
karşınızdakinin sizinle aynı fikirde olup olmadığından, aynı bakış açısına
sahip olup olmadığından ne kadar eminsiniz? Vapurda şahit olduğum bir diyalog:
Yaşlıca bir adam yanında oturan tanımadığı orta yaşlı bir
beye, karşı sırada oturan ve yanındaki kızı sürekli öpmeye çalışan genci
gösterip: ”Bu Karşıyakalılar da hep böyle be birader abazan takımı hepsi”
deyince orta yaşlı bey, “Abi ne kötülüğümü gördün ben de Karşıyakalıyım.” diye
cevap verdi.
“Bana ne, beni herkes
böyle kabul etsin, ben değişemem” diyorsanız, sizin diğer insanlara göre
ayrıcalığınız ne, niçin siz onları değil de onlar sizi olduğunuz gibi kabul
etsin?
Sevgiyle...
Ayşe İhsan