13 Temmuz 2014 Pazar

İLK TAŞI ARAMIZDAKİ GÜNAHSIZ OLAN ATSIN

Seriye elindeki odunu bıraktı, gözünü bana dikerek yanıma kadar geldi ve elindeki baltayı boynuma doğru savurdu. Gayriihtiyari yere çömeldiğim için balta başımın üzerini sıyırarak geçti, Seriye savrularak kendi etrafında yarım tur döndü. Elimdeki çinko kabı Seriye’ye doğru savurdum. Kafasının arkasına çarpan kap tok bir ses çıkardı. Sersemleyen Seriye’yi çöp varilinin orada bırakıp eve koştum.

Erzurum’dan İzmir’e tayin olduğumuz yıldı. Erzurum’da lojmanda kaldığımızdan İzmir’de lojman çıkmamıştı. Şirinyer’de bir apartmana taşındık. Yaz, askeri kampta geçti. Sonbahar geldi, okullar açıldı ve ben de aynı zamanda okul arkadaşım olan mahalle arkadaşlarımla yavaş yavaş kaynaşmaya başladım. İlkokul ikinci sınıftayım, yeni okul, yeni çevre, yeni arkadaşlar, yeni öğretmen ve öğrenmem gereken bir sürü yeni kelime: Domat, çiğdem, gerek, geliyom, gidiyom…

Mahallemin çocuklarının sürekli alay ettiği bir kız vardı: Seriye. Sanırım benden birkaç yaş büyüktü. Onu hatırlayınca gözümde taptaze canlanan resme bakarak, benden bir baş kadar uzun olduğunu, uçuk mavi gözlerini, kızıl yalımlar içeren, daima bileğim kalınlığında atkuyruğu yaptığı beline dek uzanan dalgalı sarı saçlarını, kalın dudaklarını, ablak-tombalak yüzünü, kaş kemerine tek tek yapıştırılmış gibi duran beyazımsı sarı kaşlarını, sadece yanaklarında hafif bir pembeliği olan kireç beyazı tenini görüyorum. Sanırım Bulgar göçmeniydi ve ağır göçmen aksanı mahalle çocuklarının alay konusuydu.
Havalar soğumaya başlamıştı ve geceleri soba yakılıyordu. Sabah, sobanın külünü boşalttığımız dışı mavi içi beyaz sırla kaplı, yer yer dökülen sırlarında siyah lekelerin yer aldığı çinko kabı çöp bidonuna dökmek benim işimdi. Çöp bidonunun yanına vardığımda bidonun az ilerisinde Seriye, elinde baltayla soba tutuşturmak için odunları parçalara ayırıyordu. Onu orada kan ter içinde görünce içime dolan utanç ve pişmanlık duygusunu bugün bile net olarak hatırlıyorum. Gerçi onunla alay eden çocuk grubuna hiçbir zaman eşlik etmemiştim ancak bu duruma karşı da çıkmamıştım. Sanırım bunda, yeni kabul edilmekte olduğum cemaatten dışlanma korkusunun payı vardı. Kırık dökük bir “Günaydın!” dedim. Sonra, olay yukarıda anlattığım gibi gelişti.

Eve geldikten onbeş dakika kadar sonra Seriye’nin annesi ve ablası kapımıza dayandılar. Annemin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmediler, saydılar döktüler ve gittiler. Annem eline terliği aldı ve eşek sudan gelinceye dek beni dövdü. Kendimi savunmadım bile, daha sonra, annemin siniri geçtiğinde de hiçbir açıklama yapmadım. Annemse Erzurum’da haftada bir iki gerçekleşen vukuatlarımdan biri gibi algılamıştı bu durumu. Çünkü bir yandan döverken bir yandan da “İzmir’e geldik kızım büyüdü akıllandı dedim. Bir adım yol almamışsın” türü bir şeyler söylüyordu. Erzurum’daki sokak kavgalarımın neredeyse tamamı subay astsubay çocuklarının çekişmesi ve ister bana ister başkasına yapılsın yapılan haksızlıklara karşı çıkmamdan kaynaklanırdı. Örneğin, salıncakta sallanırken bir subay çocuğu gelir ve astsubay çocuğunun ona yerini vermesini ister, dirençle karşılaşınca da onu salıncaktan düşürürdü. İşte bu noktada ben de subay çocuğunu salıncaktan atar, karşı çıkmaya kalkarsa da döverdim. Her defasında kapımıza birilerinin şikayete gelmesiyle sonuçlanan bu tür olaylardan annem bezmişti.

Seriye, günlerdir bütün çocuklara bilenmişti. Bizim oraya taşınmamızdan çok önce başlamış bir sürecin ortasına düşmüştüm ve beni yalnız gördüğünde öfkesini bana kusmuştu belki de narin yapılı olmam ona cesaret vermişti.  

Suçluydum, ona haksızlık yapıldığını bile bile ona yapılanlara göz yummuştum, ses çıkarmamıştım. Onun onurunun kırılmasına göz yumarak sosyal çevre edinmiştim. İçten içe beni rahatsız eden bir duruma karşı çıkmamış Seriye’nin aşağılanmasına göz yummuş ve dolaylı olarak kendi kişisel çıkarım için onu harcamıştım. Üstelik de Erzurum’da, bana yapılmasa bile haksızlıklara karşı çıkarken İzmir’de sosyal çevre edinmek uğruna bunu yapmamıştım. Bütün bunları bu şekilde bilmem ya da ifade etmem imkânsızdı o yaşta ancak vicdanımı rahatsız eden bir şeyler olduğunu bildiğim halde uzun zaman ses çıkarmamış olmak yeterince rahatsızlık vericiydi.


Sosyal çevremizi oluşturmak ve sürekliliğini sağlamak için ne kadar fedakârlık edebiliriz? Bizi biz yapan değerleri ne kadar aşındırabiliriz? Sürüye ait olma duygusu ile değerlerimiz çatıştığında sessiz kalmak çözüm müdür? Bir cemaate bağlı kalma isteği ile cemaatin ideolojisinin her noktasını benimseyememe arasında kalan birisi ne yapar? Sessiz kalmayı seçerek gizli onay verenleri eleştirirken kişisel geçmişimizde hiç mi kirli, çirkin anılarımız yok? İlk taşı aramızdaki günahsız olan atsın.

Sevgiyle...
Ayşe İhsan