Sokakta
dolaşırken eve gider gelirken aklıma her estiğinde sürekli yaptığım bir şey
var: Bilmediğim sokaklara dalmak, binalara, ağaçlara, çiçeklere, denize, balık
tutanlara bakmak, kimi zaman da bir kafeye kendimi atıp bir kahve içmek. Ama gerçekten kahve içmekten bahsediyorum.
Bir hayat
koşuşturmacasıdır gidiyor. Evden işe, işten eve yetişme telaşı hiç bitmiyor.
Bir taraftan akşama ne yesek planları, bir taraftan yarın gidilecek doğum
gününe ne hediye almalı kaygıları. Dişçi randevusuyla veli toplantısı çakışmış.
Hafta sonu şöyle bir ailecek gezmeye gidelim diyeceğim ama çocuğun dershanesi
var. Bu çocuk da düzenli çalışma alışkanlığını bir türlü oturtamadı gitti. Eve
gidince yemek yenecek, duş alınacak, işten getirilen evraklar gözden geçirilecek.
Saat altı olmadan hava kararıyor içime de karanlıklar basıyor, bu trafik de
bitecek gibi görünmüyor. Kışa henüz girmedik ama ama ekonomik tatil için şimdiden
yer seçilmeli, en azından nereye gideceğimize karar vermeli, bayram için
yılbaşı için rezervasyon yaptırılmalı. Koşturmaca hep koşturmaca. An’ı yaşayan
yok.
Çevremde
benimle birlikte bir şeyler içenleri gözlüyorum. Önünden, içtiği nesneyi kapıp
sorsan; ne içiyorsun diye bir duralayacak, yüzüme bakacak. Aynı anda tabletine
bir şeyler yazıp, telefonla konuşan ve bu arada kahve ve sigara içenler artık
azımsanmayacak kadar çok.
An’ı nasıl
yaşadığımızın hiç mi hiç farkında değiliz. Hep bir sonraki saati, bir sonraki
günü, bir sonraki yılı planlama derdinde, ömrümüz akıp gidiyor.
Eve gidince
yapmamız gerekenleri düşünmekten köşedeki çiçek satan kızın rengarenk
giysisini, neşeyle gelip geçene laf atmasını, çiçeklerin güzelliğini fark
etmiyoruz. Yarın işe giderken ne giysemi düşünürken, o an üzerimizde olan
kıyafetin bizi rahat ya da mutlu edip etmediğini ayırt edemiyoruz ya da ne
kadar severek aldığımızı. Bir sonraki sene yapacağımız tatili planlarken bizi
saran stres, keyifle gidilecek tatilin keyifle seçilmesi gerektiğini
unutturuyor bize. Duşa bile bir görev eksilsin diye giriyoruz. Suyun arındırıcı
etkisine teslim olup, ruhumuzdaki stresi de yıkayıp temizlenmek yerine, bir
acele girip çıkıyoruz duşa. Saçımızı kuruturken bir taraftan krem sürmeye,
dişimizi fırçalarken bir taraftan yere dökülen çamaşırları toplamaya
çalışıyoruz.
En son ne
zaman sadece kahve içtiniz? En sevdiğiniz diziyi seyrederken, misafirlikte
ikramı kabul ederken, en sevdiğiniz arkadaşınızla sohbet ederken size eşlik
eden kahveyi sormuyorum. Gerçekten sadece kahve içmek için durduğunuz, kahvenin
tadını hissederek keyfini yaşadığınız an’ı soruyorum. Kahvenin muhteşem
aromasını damağınızda hissettiğiniz, kokusunu içinize çektiğiniz an’ı. Yani
kısaca sadece kahve içmek için durduğunuz ve yaptığınız eylemin farkında
olduğunuz an’ı.
İş
toplantısında içtiğiniz kahve, kahve değil. Sanki görev gereği söylenmiş, siz
konuşurken yarısı fincanda kalmış, soğumuş, boynu bükük. Kimimiz tam toplantı
masasından kalkarken dipte kalanı bir yudumda ittiriveriyor midesine, görev
gereği yine. TV izlerken yediğiniz yemek, yemek değil. Haberlerin acımasız
gerçekliğine kendinizi kaptırmışsınız, ağzınızdaki tat, ekşi mi acı mı farkında
bile değilsiniz.
Her şeyi eş
zamanlı yapmaya o kadar alışmışız ki. Otobüslerde kulaklıkla müzik dinleyenler
ya da arabalarında CD’yi otomatik hareketle yerine ittirip müzik dinleyenler…
Gerçekten müziği dinliyorlar mı? Notaların tınısını, uyumunu kalplerinde
ruhlarında hissedebiliyorlar mı? Duyuyor musunuz müziği gerçekten?
Durmak lazım
oysa, gerçekten durmak. TV'yi, müziği kapatıp tamamen sadeleşmek ve o an’a; bir
gün, bir ay ya da bir yıl sonraya değil, o an’a, canınızın ne istediğine gerçekten
ne istediğine odaklanmak. En sevdiğimiz arkadaşımızla sohbet ederken sadece sohbete
odaklanmak, çocuğumuzu ya da eşimizi dinlerken gerçekten dinlemek…
An’ı yaşamak
ve tadını çıkartmak lazım.
Kahve
demişken, hadi ev halkı kahve içelim! Sadece kahve…
Sevgiyle...
Ayşe İhsan