14 Ekim 2013 Pazartesi

AN’I YAŞAMAK

Sokakta dolaşırken eve gider gelirken aklıma her estiğinde sürekli yaptığım bir şey var: Bilmediğim sokaklara dalmak, binalara, ağaçlara, çiçeklere, denize, balık tutanlara bakmak, kimi zaman da bir kafeye kendimi atıp bir kahve içmek.  Ama gerçekten kahve içmekten bahsediyorum.
Bir hayat koşuşturmacasıdır gidiyor. Evden işe, işten eve yetişme telaşı hiç bitmiyor. Bir taraftan akşama ne yesek planları, bir taraftan yarın gidilecek doğum gününe ne hediye almalı kaygıları. Dişçi randevusuyla veli toplantısı çakışmış. Hafta sonu şöyle bir ailecek gezmeye gidelim diyeceğim ama çocuğun dershanesi var. Bu çocuk da düzenli çalışma alışkanlığını bir türlü oturtamadı gitti. Eve gidince yemek yenecek, duş alınacak, işten getirilen evraklar gözden geçirilecek. Saat altı olmadan hava kararıyor içime de karanlıklar basıyor, bu trafik de bitecek gibi görünmüyor. Kışa henüz girmedik ama ama ekonomik tatil için şimdiden yer seçilmeli, en azından nereye gideceğimize karar vermeli, bayram için yılbaşı için rezervasyon yaptırılmalı. Koşturmaca hep koşturmaca. An’ı yaşayan yok.
Çevremde benimle birlikte bir şeyler içenleri gözlüyorum. Önünden, içtiği nesneyi kapıp sorsan; ne içiyorsun diye bir duralayacak, yüzüme bakacak. Aynı anda tabletine bir şeyler yazıp, telefonla konuşan ve bu arada kahve ve sigara içenler artık azımsanmayacak kadar çok.
An’ı nasıl yaşadığımızın hiç mi hiç farkında değiliz. Hep bir sonraki saati, bir sonraki günü, bir sonraki yılı planlama derdinde, ömrümüz akıp gidiyor.
Eve gidince yapmamız gerekenleri düşünmekten köşedeki çiçek satan kızın rengarenk giysisini, neşeyle gelip geçene laf atmasını, çiçeklerin güzelliğini fark etmiyoruz. Yarın işe giderken ne giysemi düşünürken, o an üzerimizde olan kıyafetin bizi rahat ya da mutlu edip etmediğini ayırt edemiyoruz ya da ne kadar severek aldığımızı. Bir sonraki sene yapacağımız tatili planlarken bizi saran stres, keyifle gidilecek tatilin keyifle seçilmesi gerektiğini unutturuyor bize. Duşa bile bir görev eksilsin diye giriyoruz. Suyun arındırıcı etkisine teslim olup, ruhumuzdaki stresi de yıkayıp temizlenmek yerine, bir acele girip çıkıyoruz duşa. Saçımızı kuruturken bir taraftan krem sürmeye, dişimizi fırçalarken bir taraftan yere dökülen çamaşırları toplamaya çalışıyoruz.
En son ne zaman sadece kahve içtiniz? En sevdiğiniz diziyi seyrederken, misafirlikte ikramı kabul ederken, en sevdiğiniz arkadaşınızla sohbet ederken size eşlik eden kahveyi sormuyorum. Gerçekten sadece kahve içmek için durduğunuz, kahvenin tadını hissederek keyfini yaşadığınız an’ı soruyorum. Kahvenin muhteşem aromasını damağınızda hissettiğiniz, kokusunu içinize çektiğiniz an’ı. Yani kısaca sadece kahve içmek için durduğunuz ve yaptığınız eylemin farkında olduğunuz an’ı.
İş toplantısında içtiğiniz kahve, kahve değil. Sanki görev gereği söylenmiş, siz konuşurken yarısı fincanda kalmış, soğumuş, boynu bükük. Kimimiz tam toplantı masasından kalkarken dipte kalanı bir yudumda ittiriveriyor midesine, görev gereği yine. TV izlerken yediğiniz yemek, yemek değil. Haberlerin acımasız gerçekliğine kendinizi kaptırmışsınız, ağzınızdaki tat, ekşi mi acı mı farkında bile değilsiniz.
Her şeyi eş zamanlı yapmaya o kadar alışmışız ki. Otobüslerde kulaklıkla müzik dinleyenler ya da arabalarında CD’yi otomatik hareketle yerine ittirip müzik dinleyenler… Gerçekten müziği dinliyorlar mı? Notaların tınısını, uyumunu kalplerinde ruhlarında hissedebiliyorlar mı? Duyuyor musunuz müziği gerçekten?
Durmak lazım oysa, gerçekten durmak. TV'yi, müziği kapatıp tamamen sadeleşmek ve o an’a; bir gün, bir ay ya da bir yıl sonraya değil, o an’a, canınızın ne istediğine gerçekten ne istediğine odaklanmak. En sevdiğimiz arkadaşımızla sohbet ederken sadece sohbete odaklanmak, çocuğumuzu ya da eşimizi dinlerken gerçekten dinlemek…
An’ı yaşamak ve tadını çıkartmak lazım.
Kahve demişken, hadi ev halkı kahve içelim! Sadece kahve…
Sevgiyle...

Ayşe İhsan




4 Ekim 2013 Cuma

KEÇİ KADAR YAŞAMLA BARIŞIK OLMAK

Karaburun yolunda Balıklıova’ya gelmeden Karapınar diye bir mevki vardır. Karapınar’ın girişinde denizden 5-7 m kadar yüksekte, yar üstünde salaş bir balık lokantası bulunur. Çatısı sazlar, hasırlarla örtülü bu mekânın masaları da piknik masalarından bozma ama üstü yastıklıdır. Ama burada iddia ediyorum en lezzetli balıkları yersiniz sızma zeytinyağının boca edildiği muhteşem bir salata eşliğinde. İsteyene rakı da var tabii.
Geçtiğimiz pazar Karaburun’dan dönerken uğradık ve nefis bir barbun yedik. Barbunun da tam zamanı. Karşımda deniz hafif çırpıntılı, karayelin etkisiyle. O karayel ki güneş, ufuk çizgisine yakın bir noktaya gelmesine rağmen hala bir ateşten cehennem olmasını açıktaki her kıvrımımızı okşayarak önlüyor serinletiyor azıcık. Deniz, oturduğumuz yerden on metre sonra dik bir yarın eteğinde başlıyor. İleride dış körfezin kuzey sahilleri: Çandarlı, Dikili… Daha da ileride belki de Midilli’nin silueti emin değilim.
Denizle aramızdaki arazide gümrah mersin, meşe çalıları arasında tek tük ardıçlar göze çarpıyor. İki keçi her çalıyı ziyaret edip en taze kısımlarını kemirmekle meşgul, ben tabağımdaki barbundan aldığım parçaları önce dilimle damağım arasında ezip tadını tekrar tekrar çıkarırken, bakıyorum onlar da benim kadar tat alıyorlar yediklerinden.
Doğuyoruz aile içinden başlayarak eğitim alıyoruz öğreniyoruz öğreniyoruz… Öğrendiklerimizin çoğunun bize bedeli doğamızla getirdiklerimizi unutmak oluyor ama. Örneğin yenidoğan, suya atılır atılmaz yüzebilirken daha sonra korkmayı öğrenir sudan. Yüzmeyi yeniden öğrenmek için önce korkusunu yenmek zorunda kalır. Okullar bitiyor, hayat gailesi başlıyor, koşuyoruz, koşturuyoruz, çalışıyoruz, didiniyoruz…  Sonra?
Bir çocuğun ilgisini çeken bir şey oldu mu durur ve inceler. Onu oradan sadece ondan daha kuvvetli olduğunuz için söküp alabilirsiniz. Kendinize bir sorun: Aceleniz olduğu bir sırada (Zaten acelemiz olmadığı zamanlar var mı ki acaba?)gerçekten ilginizi çeken bir şey için zaman ayırabildiniz mi? Daha vahimi son zamanlarda ilginizi çeken bir şey oldu mu gerçekten? Farkına varabildiniz mi çevrenizde olan biteni, düne göre farklı olanı?
Beş duyunuzla algıladığınız güzelliklerin farkına ne zamandır varmıyorsunuz? Unuttuklarımızı öğrenmek için çaba sarf etmemiz gerekmiyor mu? Yeniden yavaş yemeyi öğrenmek için, her bir lokmanın tadına varabilmek için, rüzgârın tenimizdeki okşamasını hissedebilmek için, güzel bir sesi bir tınıyı birçok ses arasından ayırt edebilmek için, güzel bir manzarayı, bir resmi, insanı, hayvanı, rengi, dokuyu…  görebilmek için! Yeniden bir keçi kadar yaşamla barışık olabilmek için!

Sevgiyle...
Ayşe İhsan