5 Şubat 2015 Perşembe

HER ŞEY AYAN BEYAN ORTADA DEĞİL Mİ?

Bazen kör kör parmağım gözüne durumlarını bile göremeyenlere çıldırdığınız oldu değil mi? “Her şey bu kadar ayan beyan ortadayken nasıl olur da görmez, bu kadar kör mü bu adam/kadın?” dediğiniz olmadı mı hiç? İbn-i Sina’ya atfedilen, “Kimse görmek istemeyen kadar kör olamaz” cümlesini kaç kere sarf ettiniz bu zamana kadar? Ya da “Ben demiştim, sakalım yok ki sözümü dinleteyim” de demediniz hiç?
Önce bir araştırmayı paylaşmak istiyorum sizlerle. Böyle eksantrik araştırmaların yapıldığı bir ülkeden, ABD’den. Araştırmanın denekleri küçük çocuklar. Küçük çocuklara bir video izlettiriliyor. Videoda bir adam, bir odanın kapısını açarak içeri giriyor ve elindeki bir nesneyi örneğin küçük kırmızı bir topu bir çekmeceye saklıyor. Adam odadan çıkıyor. Daha sonra odaya bir kadın giriyor ve topu çekmeceden alarak dolabın içine saklıyor ve odadan çıkıyor. Daha sonra adam odaya tekrar giriyor ve bu noktada videoyu durdurup izleyen çocuğa, “Adam sence topu nerede arayacak?” diye soruyorlar. Dört yaş altı çocuklar istisnasız, “Dolapta!” diye cevap verirken yaş yükseldikçe, “Çekmecede!” diye cevap verenlerin oranı artıyor. “Dolapta” cevabını veren çocuklar için henüz kendi bildiği bir bilgiyi başkasının bilmeyebileceği algısı oluşmamış çünkü.
Bu ve benzeri deneylerden yola çıkarak çocuklarda benlik algısının ve kendi bildiği şeyi başkasının bilmeyebileceği gerçeğinin dört yaş sonrası ortaya çıktığını ileri sürüyor uzmanlar. Bilirsiniz çocuklar saklambaç oynarken belli bir yaşa kadar gözlerini kapatınca, yani kendisi kimseyi görmüyorsa kimsenin de onu görmediğini sanır. Dört yaşından sonra yavaş yavaş bunun böyle olmadığını idrak etmeye başlar. Başkasının algısının kendisinden farklı olabileceğini anlamaya başlarlar kısacası.
Dört yaşın epey üstünde yetişkinler olarak elbette ki gözümüzü kapattığımızda her şeyin yok olmadığını biliyoruz. Gerçekten biliyor muyuz? Ya da soruyu tersinden soralım: Bizim gördüğümüz her şeyi çevremizdekilerin gör(e)meyebileceğini, bizim için apaçık ortada olan olguların herkesçe böyle algılanmayabileceğini gerçekten idrak edebiliyor muyuz? Saklambaç oyunu oynarken dört yaş üstü gibi davranan biz yetişkinler, olgu değerlendirmesinde dört yaş altı gibi davranıyor olabilir miyiz? Eğer bu soruya “Hayır!” cevabı veriyorsanız hayatınız boyunca yazının ilk paragrafındaki cümleleri hiç sarf etmemiş olmanız lazım.
Nasıl ki aynı filmi izleyip aynı kitabı okuyup farklı tatlar alıyorsak, bir olay da bizleri farklı farklı etkiliyor. Olayları değerlendirme biçimimiz büyük ölçüde geçmişten gelen bilinçaltı kalıplarımızla belirleniyor. Ayrıca her birimizin sağ ve sol beynini kullanma becerileri farklı. Biliniyor ki sağ beynini daha aktif olarak kullananlar neden – sonuç ilişkileri kurmakta sol beyinliler kadar efektif değiller. Tıpkı baskın sol beyinlilerin sağ beyinliler kadar yaratıcı olamaması gibi bir özellik bu. Doğal olarak sizin bir olayı değerlendirirken hangi beyin yarımkürenizi daha aktif olarak kullandığınız ve/veya geçmişten getirdiğiniz bilinçaltı kalıplarınız, olaya bakış açınızı ve aldığınız/al(a)madığınız kararları da belirliyor.
Hadi bir senaryo üzerinden değerlendirelim bu durumu:

Bir şirkette orta düzey yönetici olan Zeynep ve makine mühendisi Ali 12 yıllık evlilikten sonra Ali’nin, çiftin ortak bir arkadaşı olan Güldem ile yaşadığı bir ilişkinin ortaya çıkması sonucu boşanmışlardır. Ali Zeynep’i kaybettiği için çok pişmandır ancak boşanmaya da engel olamamıştır. Boşanma süreci ve sonrasında sürekli olarak Zeynep’i aramakta, ona mesajlar yollayarak onu ne kadar çok sevdiğini dile getirmektedir. Zeynep’in Ali ile tekrar bir arada olma niyeti olmasa da Ali’nin bu şekilde davranması onun gururunu okşamakta, Ali’nin onunla sürekli olarak iletişimde bulunmasının önünü kesmemektedir.
Boşanmanın üzerinden altı ay geçmiştir. Zeynep Mehmet’le tanışır ve çıkmaya başlarlar. Ali Zeynep’in Mehmet’le ilişkisini haber almıştır ve Zeynep’i tehdit etmeye başlar. Tehditler Zeynep’in tehlike olarak gördüğü sınırın altındadır. Örneğin, “Gözünde göz izi var sana kim baktı yârim? Bakan gözü de gözün değdiği yeri de yakarım. Roma’yı da yakarım” gibi. Zeynep ise çevresindekilerin tüm uyarılarına rağmen Ali’nin tehditlerini ciddiye almamakta ve herhangi bir girişimde bulunmamaktadır. Çünkü Ali bir yandan onu tehdit ederken bir yandan da barışma teklifini yinelemekte ve Zeynep’i ne kadar çok sevdiğini söylemeye devam etmektedir. Zeynep’in gözünde Ali, karıncayı bile incitmeyen zararsız bir tiptir. Aldatma süreci ve sonrasında yaşadıklarını incinme olarak saymamaktadır ve Zeynep için incinme kavramı fiziksel şiddet ile özdeştir. Bu nedenle de çevresindekiler için ayan beyan, apaçık ortada olan bir durumu, Ali’nin Zeynep’e kötü bir şeyler yapabileceği olasılığını Zeynep görmemekte ısrar etmektedir.
Olaydan bir gün önce Zeynep’in kuzeni onu uyararak Ali’yi ciddiye almamakta hata ettiğini, şu ana dek Ali’nin Zeynep’ten umudunu kesmemiş olduğunu ancak eğer Mehmet ile ilişkisinin yemeğe çıkmaktan daha ileri boyutta olduğunu Ali’nin fark etmesi durumunda Ali’nin çok fazla çirkinleşebileceğini çünkü umudunu kesen erkeklerin çok farklı davranabilecekleri konusunda Zeynep’i uyarmasına rağmen Zeynep “Ali bana kıyamaz beni seviyor. Üstelik o, benimle evliyken en yakın arkadaşımızla bir ilişki yaşadı. Bense altı aydır onun karısı değilim ve özgür bir kadınım istediğimle beraber olurum. Ali de bunu sindirmek zorunda.” demeye devam etmiştir.
Olay günü Zeynep ve Mehmet akşam yemeği sonrası Zeynep’in evine gelirler. Yarım saat sonra kapı ısrarla çalmaya başlar. Apartmanın kapısından içeri girmeyi başarmış olan Ali evin kapısına dayanmış ve kapıyı yumruklamaktadır. Zeynep Ali’nin aldığı eğitim, aile yapısı gibi nedenlerle şiddete başvurmayacağından emindir ve konu komşuya rezil olmamak için kapıyı açar. Zaten de Mehmet’le salonda oturmaktadırlar ve Zeynep’e göre rahatsız olmayı gerektiren bir durum da yoktur. Kaldı ki burası Zeynep’in evidir ve o, boşanmış özgür bir kadındır. Ali’ye kapıyı açıp medeni iki insan gibi oturup konuşacaklar, Ali de Zeynep’in başka biriyle yeni bir hayata başlamak üzere olduğu gerçeğini kabullenecektir. Her şey beş dakika içinde olup biter. Kapıyı açar açmaz zilzurna sarhoş olan Ali, Zeynep’i tartaklamaya başlar ve müdahale etmeye çalışan Mehmet’i de bıçaklar.

Peki, kaza geliyorum dedi mi? Dedi. Zeynep niçin algılamadı bu durumu? Aptal mıydı? Bu durumu sadece, Zeynep’in Ali’den intikam almaya çalışması, onu incitmek istemesi ile açıklamaya çalışmak yeterli mi?
Zeynep ısrarla Ali’yi eski veriler üzerinden değerlendirmeye devam ediyordu. Değerlendirme kriterleri sağlıksız olduğundan, yeni verilerle desteklenmediğinden ya da değişime uğramadığından geçerliliğini kaybetmişti. Zeynep bu toprakların erkeğinin paradigmasını dikkate almamıştı. Boşanan kadın hayata kendini kapasın, eski kocasının korkusuyla hiçbir ilişki yaşamasın demiyorum tabi ki. Zeynep’in yapması gerekenleri yapmadığını, alması gereken tedbirleri almadığını söylemeye çalışıyorum sadece. Zeynep’in çevresindekiler ise kendileri için bu kadar açık olan durumu Zeynep’in göremediğine bir anlam veremiyorlardı.
Sizin için apaçık olan bir durumu çevrenizdeki birisi algılamamakta ısrar ediyor ve bu durum ona zarar veriyorsa ya da onun zarar görme olasılığı yüksekse,  her ikinizin de  paradigmalarını gözden geçirin. Arada ciddi farklılıklar varsa onu, onun dilini kullanarak ikna etmeyi deneyebilirsiniz.
Bir uyarı: Bir kişinin olayları sizden farklı algılaması ve değerlendirme hataları yapması farklı şeydir dünyadan lezzet alması için yaptıkları ise farklı şeydir. Birisi sizden farklı yöntemlerle mutlu oluyorsa ve mutluysa bırakın kendi istediği şekilde mutlu olsun. “Mutlu olacaksın ama benim istediğim yaşam biçimiyle bunu yapacaksın” demek yukarıda anlattıklarımdan çok farklıdır. Bunu ayrı bir yazıyla değerlendireceğim.

Sevgiyle kalın…


Ayşe İhsan