Bazen
kör kör parmağım gözüne durumlarını bile göremeyenlere çıldırdığınız oldu değil
mi? “Her şey bu kadar ayan beyan ortadayken nasıl olur da görmez, bu kadar kör
mü bu adam/kadın?” dediğiniz olmadı mı hiç? İbn-i Sina’ya atfedilen, “Kimse
görmek istemeyen kadar kör olamaz” cümlesini kaç kere sarf ettiniz bu zamana
kadar? Ya da “Ben demiştim, sakalım yok ki sözümü dinleteyim” de demediniz hiç?
Önce
bir araştırmayı paylaşmak istiyorum sizlerle. Böyle eksantrik araştırmaların
yapıldığı bir ülkeden, ABD’den. Araştırmanın denekleri küçük çocuklar. Küçük
çocuklara bir video izlettiriliyor. Videoda bir adam, bir odanın kapısını
açarak içeri giriyor ve elindeki bir nesneyi örneğin küçük kırmızı bir topu bir
çekmeceye saklıyor. Adam odadan çıkıyor. Daha sonra odaya bir kadın giriyor ve
topu çekmeceden alarak dolabın içine saklıyor ve odadan çıkıyor. Daha sonra
adam odaya tekrar giriyor ve bu noktada videoyu durdurup izleyen çocuğa, “Adam
sence topu nerede arayacak?” diye soruyorlar. Dört yaş altı çocuklar istisnasız,
“Dolapta!” diye cevap verirken yaş yükseldikçe, “Çekmecede!” diye cevap
verenlerin oranı artıyor. “Dolapta” cevabını veren çocuklar için henüz kendi
bildiği bir bilgiyi başkasının bilmeyebileceği algısı oluşmamış çünkü.
Bu
ve benzeri deneylerden yola çıkarak çocuklarda benlik algısının ve kendi
bildiği şeyi başkasının bilmeyebileceği gerçeğinin dört yaş sonrası ortaya
çıktığını ileri sürüyor uzmanlar. Bilirsiniz çocuklar saklambaç oynarken belli
bir yaşa kadar gözlerini kapatınca, yani kendisi kimseyi görmüyorsa kimsenin de
onu görmediğini sanır. Dört yaşından sonra yavaş yavaş bunun böyle olmadığını
idrak etmeye başlar. Başkasının algısının kendisinden farklı olabileceğini
anlamaya başlarlar kısacası.
Dört
yaşın epey üstünde yetişkinler olarak elbette ki gözümüzü kapattığımızda her
şeyin yok olmadığını biliyoruz. Gerçekten biliyor muyuz? Ya da soruyu tersinden
soralım: Bizim gördüğümüz her şeyi çevremizdekilerin gör(e)meyebileceğini,
bizim için apaçık ortada olan olguların herkesçe böyle algılanmayabileceğini
gerçekten idrak edebiliyor muyuz? Saklambaç oyunu oynarken dört yaş üstü gibi davranan
biz yetişkinler, olgu değerlendirmesinde dört yaş altı gibi davranıyor olabilir
miyiz? Eğer bu soruya “Hayır!” cevabı veriyorsanız hayatınız boyunca yazının
ilk paragrafındaki cümleleri hiç sarf etmemiş olmanız lazım.
Nasıl
ki aynı filmi izleyip aynı kitabı okuyup farklı tatlar alıyorsak, bir olay da
bizleri farklı farklı etkiliyor. Olayları değerlendirme biçimimiz büyük ölçüde
geçmişten gelen bilinçaltı kalıplarımızla belirleniyor. Ayrıca her birimizin
sağ ve sol beynini kullanma becerileri farklı. Biliniyor ki sağ beynini daha
aktif olarak kullananlar neden – sonuç ilişkileri kurmakta sol beyinliler kadar
efektif değiller. Tıpkı baskın sol beyinlilerin sağ beyinliler kadar yaratıcı
olamaması gibi bir özellik bu. Doğal olarak sizin bir olayı değerlendirirken
hangi beyin yarımkürenizi daha aktif olarak kullandığınız ve/veya geçmişten
getirdiğiniz bilinçaltı kalıplarınız, olaya bakış açınızı ve aldığınız/al(a)madığınız
kararları da belirliyor.
Hadi
bir senaryo üzerinden değerlendirelim bu durumu:
Bir şirkette orta düzey
yönetici olan Zeynep ve makine mühendisi Ali 12 yıllık evlilikten sonra Ali’nin,
çiftin ortak bir arkadaşı olan Güldem ile yaşadığı bir ilişkinin ortaya çıkması
sonucu boşanmışlardır. Ali Zeynep’i kaybettiği için çok pişmandır ancak
boşanmaya da engel olamamıştır. Boşanma süreci ve sonrasında sürekli olarak
Zeynep’i aramakta, ona mesajlar yollayarak onu ne kadar çok sevdiğini dile
getirmektedir. Zeynep’in Ali ile tekrar bir arada olma niyeti olmasa da Ali’nin
bu şekilde davranması onun gururunu okşamakta, Ali’nin onunla sürekli olarak
iletişimde bulunmasının önünü kesmemektedir.
Boşanmanın üzerinden altı
ay geçmiştir. Zeynep Mehmet’le tanışır ve çıkmaya başlarlar. Ali Zeynep’in
Mehmet’le ilişkisini haber almıştır ve Zeynep’i tehdit etmeye başlar. Tehditler
Zeynep’in tehlike olarak gördüğü sınırın altındadır. Örneğin, “Gözünde göz izi
var sana kim baktı yârim? Bakan gözü de gözün değdiği yeri de yakarım. Roma’yı
da yakarım” gibi. Zeynep ise çevresindekilerin tüm uyarılarına rağmen Ali’nin
tehditlerini ciddiye almamakta ve herhangi bir girişimde bulunmamaktadır. Çünkü
Ali bir yandan onu tehdit ederken bir yandan da barışma teklifini yinelemekte
ve Zeynep’i ne kadar çok sevdiğini söylemeye devam etmektedir. Zeynep’in
gözünde Ali, karıncayı bile incitmeyen zararsız bir tiptir. Aldatma süreci ve
sonrasında yaşadıklarını incinme olarak saymamaktadır ve Zeynep için incinme
kavramı fiziksel şiddet ile özdeştir. Bu nedenle de çevresindekiler için ayan
beyan, apaçık ortada olan bir durumu, Ali’nin Zeynep’e kötü bir şeyler
yapabileceği olasılığını Zeynep görmemekte ısrar etmektedir.
Olaydan bir gün önce
Zeynep’in kuzeni onu uyararak Ali’yi ciddiye almamakta hata ettiğini, şu ana
dek Ali’nin Zeynep’ten umudunu kesmemiş olduğunu ancak eğer Mehmet ile
ilişkisinin yemeğe çıkmaktan daha ileri boyutta olduğunu Ali’nin fark etmesi
durumunda Ali’nin çok fazla çirkinleşebileceğini çünkü umudunu kesen erkeklerin
çok farklı davranabilecekleri konusunda Zeynep’i uyarmasına rağmen Zeynep “Ali
bana kıyamaz beni seviyor. Üstelik o, benimle evliyken en yakın arkadaşımızla
bir ilişki yaşadı. Bense altı aydır onun karısı değilim ve özgür bir kadınım
istediğimle beraber olurum. Ali de bunu sindirmek zorunda.” demeye devam
etmiştir.
Olay günü Zeynep ve Mehmet
akşam yemeği sonrası Zeynep’in evine gelirler. Yarım saat sonra kapı ısrarla
çalmaya başlar. Apartmanın kapısından içeri girmeyi başarmış olan Ali evin
kapısına dayanmış ve kapıyı yumruklamaktadır. Zeynep Ali’nin aldığı eğitim,
aile yapısı gibi nedenlerle şiddete başvurmayacağından emindir ve konu komşuya
rezil olmamak için kapıyı açar. Zaten de Mehmet’le salonda oturmaktadırlar ve Zeynep’e
göre rahatsız olmayı gerektiren bir durum da yoktur. Kaldı ki burası Zeynep’in
evidir ve o, boşanmış özgür bir kadındır. Ali’ye kapıyı açıp medeni iki insan
gibi oturup konuşacaklar, Ali de Zeynep’in başka biriyle yeni bir hayata
başlamak üzere olduğu gerçeğini kabullenecektir. Her şey beş dakika içinde olup
biter. Kapıyı açar açmaz zilzurna sarhoş olan Ali, Zeynep’i tartaklamaya başlar
ve müdahale etmeye çalışan Mehmet’i de bıçaklar.
Peki,
kaza geliyorum dedi mi? Dedi. Zeynep niçin algılamadı bu durumu? Aptal mıydı? Bu
durumu sadece, Zeynep’in Ali’den intikam almaya çalışması, onu incitmek
istemesi ile açıklamaya çalışmak yeterli mi?
Zeynep
ısrarla Ali’yi eski veriler üzerinden değerlendirmeye devam ediyordu. Değerlendirme
kriterleri sağlıksız olduğundan, yeni verilerle desteklenmediğinden ya da
değişime uğramadığından geçerliliğini kaybetmişti. Zeynep bu toprakların
erkeğinin paradigmasını dikkate almamıştı. Boşanan kadın hayata kendini kapasın,
eski kocasının korkusuyla hiçbir ilişki yaşamasın demiyorum tabi ki. Zeynep’in
yapması gerekenleri yapmadığını, alması gereken tedbirleri almadığını söylemeye
çalışıyorum sadece. Zeynep’in çevresindekiler ise kendileri için bu kadar açık
olan durumu Zeynep’in göremediğine bir anlam veremiyorlardı.
Sizin
için apaçık olan bir durumu çevrenizdeki birisi algılamamakta ısrar ediyor ve
bu durum ona zarar veriyorsa ya da onun zarar görme olasılığı yüksekse, her ikinizin de paradigmalarını gözden geçirin. Arada ciddi farklılıklar
varsa onu, onun dilini kullanarak ikna etmeyi deneyebilirsiniz.
Bir
uyarı: Bir kişinin olayları sizden farklı algılaması ve değerlendirme hataları
yapması farklı şeydir dünyadan lezzet alması için yaptıkları ise farklı şeydir.
Birisi sizden farklı yöntemlerle mutlu oluyorsa ve mutluysa bırakın kendi
istediği şekilde mutlu olsun. “Mutlu olacaksın ama benim istediğim yaşam
biçimiyle bunu yapacaksın” demek yukarıda anlattıklarımdan çok farklıdır. Bunu
ayrı bir yazıyla değerlendireceğim.
Sevgiyle
kalın…
Ayşe
İhsan