23 Eylül 2014 Salı

MAÇTA TEKRAR YOK, YA HAYATTA?

Futbol sahaları, çocukluğum ve gençliğimin başlangıcında hayatımın vazgeçilmezlerinden oldu. Tribünler, yedek kulübeleri, soyunma odaları, çim saha… Gerek ortaokul yıllarımda bir süreliğine Aksel Stadı’ndaki atletizm antrenmanları, gerek Atatürk Stadı'ndaki taekwon do antrenmanları, gerekse yıllar yılı babamın çömezliğini yapmış olmam nedeniyledir bu aşinalık. Babam, uzun bir süre futbol hakemliği yaptı. Eğer babamın yönettiği maça gidersem o zamanlar henüz uygulamaya konulmamış dördüncü hakem bendim bir bakıma. Maça gitsem de gitmesem de pazar geceleri saatler süren hakem raporunu birlikte yazardık babamla kavga dövüş.

Sonra ordu mensuplarına hakemlik yapmak yasaklanınca babam futbol hakemliğini zorunlu olarak bıraktı güreş hakemliğine geçti. Evlere de televizyon girmişti zaten ve tüm maçlar evin salonundaydı artık. Böylelikle futbol sahalarından koptuk ailecek.

2000 yılı mayısı. Doğum günüm yeni geçmiş, mayıs başları olmalı. Göztepe – Beşiktaş maçı için Atatürk Stadında’yız. Göztepe tribünlerindeyiz ve maçın henüz başlarında Göztepe penaltıdan bir gol yemiş. Tribünlerde kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Penaltıdan yirmi dakika kadar sonra Göztepe’nin bir kontratağı sonrası Beşiktaş’lı futbolcu kendi kalesine gol attı. Kontratak nedeniyle zaten önümdeki herkes ayakta olduğundan ne olup bittiğini göremedim, golü de göremedim haliyle.

Yıllardan sonra ilk kez stada giden bir acemi olarak televizyondan maç izlemeye o kadar alışmışım ki bir an golün yavaş çekim tekrarını hatta değişik açılardan görüntüsünü bekledim. Sonra da güldüm kendime, maçta tekrar yok.

Maçta tekrar yok, ya hayatta?

Son iki yılda geçirdiğim dört ameliyat sonrası hayatı, hayatımı daha da sorgular oldum. Hiç düşündünüz mü, nelere gerektiği zaman müdahale edemediğimizden fırsatları bir daha hiç yakalamamacasına kaçırıyoruz. Bazı kararları ertelemek bize nelere mal oluyor? Gerektiği yerde, dozunda yapmamız gereken müdahaleleri, ikazları, rötuşları yapmadığımız için sonrasında kimlere fatura çıkarıyoruz?

Danışanlarımla sohbetlerimde, aile içi sorunların en büyük nedenlerden birisi olarak, danışanımın, rahatsız olduğu bir konu ya da davranışı “Şimdi sırası değil” ya da “Aman şimdi ağzımızın tadı bozulmasın” gibi gerekçelerle yok sayması, ertelemesi, biriktirmesi olduğunu saptıyorum. Anında küçük bir ikazla halledilebilecek sorunlar birikiyor, birikiyor… Özellikle kadınlarda gördüğüm bu durumu ben, “Taşırım, taşırım, taşırım… TAŞARIM!” şeklinde şematize ediyorum.

Doğal olarak son olaya verilen tepki, son olayın gerektirdiği kadar olmak yerine tüm benzeri olayların bileşke kuvvetinde olduğundan, karşısındaki kişi de bu tepkinin büyüklüğünü ya da şiddetini anlayamıyor. Sonra da gelsin suçlamalar, kavgalar, “Sen zaten hep böylesin…” ile başlayan genellemeler. Erkek, çok daha büyük problemlerde gıkını çıkarmamış partnerinin şu ufacık olayla patlamasını ‘dengesizlik’ olarak nitelerken, kadın erkeği duyarsız olmakla suçluyor.

Kararlarınızın vaktinde, tepkilerinizin dozunda olması dileklerimle, farkındalıkla…


Ayşe İhsan