Futbol sahaları, çocukluğum ve gençliğimin başlangıcında hayatımın
vazgeçilmezlerinden oldu. Tribünler, yedek kulübeleri, soyunma odaları, çim
saha… Gerek ortaokul yıllarımda bir süreliğine Aksel Stadı’ndaki atletizm
antrenmanları, gerek Atatürk Stadı'ndaki taekwon do antrenmanları, gerekse yıllar yılı babamın çömezliğini yapmış olmam nedeniyledir bu
aşinalık. Babam, uzun bir süre futbol hakemliği yaptı. Eğer babamın yönettiği maça
gidersem o zamanlar henüz uygulamaya konulmamış dördüncü hakem bendim bir bakıma. Maça
gitsem de gitmesem de pazar geceleri saatler süren hakem raporunu birlikte
yazardık babamla kavga dövüş.
Sonra ordu mensuplarına hakemlik yapmak yasaklanınca babam
futbol hakemliğini zorunlu olarak bıraktı güreş hakemliğine geçti. Evlere de
televizyon girmişti zaten ve tüm maçlar evin salonundaydı artık. Böylelikle futbol
sahalarından koptuk ailecek.
2000 yılı mayısı. Doğum günüm yeni geçmiş, mayıs başları
olmalı. Göztepe – Beşiktaş maçı için Atatürk Stadında’yız.
Göztepe tribünlerindeyiz ve maçın henüz başlarında Göztepe penaltıdan bir gol
yemiş. Tribünlerde kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Penaltıdan yirmi dakika kadar
sonra Göztepe’nin bir kontratağı sonrası Beşiktaş’lı futbolcu kendi kalesine
gol attı. Kontratak nedeniyle zaten önümdeki herkes ayakta olduğundan ne olup
bittiğini göremedim, golü de göremedim haliyle.
Yıllardan sonra ilk kez stada giden bir acemi olarak televizyondan
maç izlemeye o kadar alışmışım ki bir an golün yavaş çekim tekrarını hatta
değişik açılardan görüntüsünü bekledim. Sonra da güldüm kendime, maçta tekrar
yok.
Maçta tekrar yok, ya hayatta?
Son iki yılda geçirdiğim dört ameliyat sonrası hayatı, hayatımı daha
da sorgular oldum. Hiç düşündünüz mü, nelere gerektiği zaman müdahale
edemediğimizden fırsatları bir daha hiç yakalamamacasına kaçırıyoruz. Bazı
kararları ertelemek bize nelere mal oluyor? Gerektiği yerde, dozunda yapmamız
gereken müdahaleleri, ikazları, rötuşları yapmadığımız için sonrasında kimlere
fatura çıkarıyoruz?
Danışanlarımla sohbetlerimde, aile içi sorunların en büyük
nedenlerden birisi olarak, danışanımın, rahatsız olduğu bir konu ya da
davranışı “Şimdi sırası değil” ya da “Aman şimdi ağzımızın tadı bozulmasın”
gibi gerekçelerle yok sayması, ertelemesi, biriktirmesi olduğunu saptıyorum. Anında küçük
bir ikazla halledilebilecek sorunlar birikiyor, birikiyor… Özellikle kadınlarda
gördüğüm bu durumu ben, “Taşırım, taşırım, taşırım… TAŞARIM!” şeklinde şematize
ediyorum.
Doğal olarak son olaya verilen tepki, son olayın
gerektirdiği kadar olmak yerine tüm benzeri olayların bileşke kuvvetinde olduğundan,
karşısındaki kişi de bu tepkinin büyüklüğünü ya da şiddetini anlayamıyor. Sonra
da gelsin suçlamalar, kavgalar, “Sen zaten hep böylesin…” ile başlayan
genellemeler. Erkek, çok daha büyük problemlerde gıkını çıkarmamış partnerinin
şu ufacık olayla patlamasını ‘dengesizlik’ olarak nitelerken, kadın erkeği
duyarsız olmakla suçluyor.
Kararlarınızın vaktinde, tepkilerinizin dozunda olması
dileklerimle, farkındalıkla…
Ayşe İhsan