9 Mayıs 2014 Cuma

ALDIĞIM EN GÜZEL HEDİYE

Hayatın yükselen temposu, kaynak aktarılacak çok daha fazla şey olması, iş içi rekabetin artması, yaşam standardının yükselmesi, hayattan beklentilerimizin artması… ve bütün bunlara sahip olabilmek için çok daha fazla çalışmak zorunda kalmamız, aile içi iletişimsizliği de ister istemez arttırıyor. Çocuklara ayrılamayan zamanın oluşturduğu vicdani baskı, onların her istediklerini hatta akıllarına bile gelmeyenleri onlara sunarak azaltılmaya çalışılıyor. Aynı tempo ve iletişimsizlik boşanmaların da nedenlerinden biri. Boşanma; kadın, erkek ve çocuklar için çok travmatik bir olay şüphesiz. Ancak kadın için ekstra zorlukların da oluşmasına neden oluyor. 
“Ayaklarının üzerinde duran, bir ev geçindirecek parayı kazanan, herkesten saygı gören bir kadın ne zorluk yaşar ki boşanınca?” diye düşünebilirsiniz. Oysa boşanmak, dul olmak kadının birdenbire sınıf düşmesi anlamına gelir. Kadın değersizleşiverir, erkekler için daha bir ulaşılabilir hale gelen kadın, hemcinsleri için ise potansiyel bir rakiptir üstelik. Ayrıca boşanmış kadın, destek görmeyi beklediği hemcinslerinin kızgınlığı ile de karşılaşır kimi zaman. Kendi yapamadığını, cesaret edemediğini yapmıştır boşanan kadın. Farklılaşmıştır, eski köye yeni adet getirmiştir. Boşanmaların artmasına bağlı olarak boşanan kadının sıradanlaştığını, insanların alıştığını düşünebilirsiniz ama değil.
Çocuk yetiştirmek zordur ama tek başına bir kadının çocuk yetiştirmesi ise daha da zordur. Olabilecek tüm olumsuzlukların sorumlusu annedir çünkü bizzat annenin kendi gözünde bile. Kadın sanki çocuğunu çeyiz sandığında getirmiştir evlenirken, boşanırken de götürecektir tabii ki! Babalar boşanma ile çoğunlukla ortadan kaybolur. En iyileri ise “pazar babası” haline geliverir. Pazarları (o da her pazar değil) alır götürür çocuğu, yedirir içirir bol miktarda da şımartır. Eve gelen gideni sorgular, annenin yaşantısını izlemeye çalışır çocuğun satır aralarından. Eğer babaanneye de gidiliyorsa çocuk bol miktarda anne dedikodusu da dinler. Alma saatine uyulmaz, teslim saatine uyulmaz, geleceğim denir gelinmez, gelinmemesi gerektiği zaman kapıya dayanılır. Yaptığı ya da yapmadığı her hareketle “Bu topluluğun yöneticisi, kural koyanı hala benim.” mesajı vermeye çalışır eski koca, babalık vasfının ona verdiği cesaretle. Gizli ya da açık kadının tüm hayatını kontrol eder.
Kadın işinde zaten yeteri kadar yoruluyor ve geriliyordur. Bir de eve gelip evin sorumluluğunu yerine getirmek, birazdan yatacak olan çocuğun kısıtlı zamanında kavga dövüş ödev yapmak, sürekli eleştiren, telaşlı, bağıran, sinirli bir insan olmak… Pazar günü babasıyla çok eğlenceli bir gün geçiren çocuk, pazartesi akşamı gerilir bu yüzden ve anneyi acıtmak için fırsat bulunca da kaçırmaz. Babasının ya da babaannesinin annesi hakkında söylediği, o anki duruma uygun düşen bir tanımlamasını döküverince ortaya, kadın paniğe kapılır. Çocuk elden gitmektedir.
Kadın, çocuğuna tüm yasakları, kuralları koyan kötü polis olmakla baba ile rekabet edemeyeceği gibi bir duyguya kapılmaya başlar. Çocuğun sevgisini sürekli tutmak hatta kendisini daha fazla sevmesini sağlamak için o da bir şeyler yapmalıdır. İşte bu noktada çocuk kontrolü eline alır. Artık bu çocuğa kural koyamazsınız, eleştiremezsiniz, sorumluluk almaya teşvik ve ikna edemezsiniz. Aile hayatı paramparça olan çocuk giderek önce okulda sonra da arkadaşlık ilişkilerinde çıkmaza girmeye başlar. Kendisinin kural koyamadığı elini taşın altına koymak zorunda olduğu ortamlardan sıkılır, kaçınır, kaçar. Sanal dünya giderek daha cazip hale gelir…
Ne yapmalı? Bunun her çocuğa uygulanabilecek genel geçer bir formülü var mı? Elbette ki yok! Ancak kadının kendisine güvenmesi ve tutarlı olması lazım. Baba ile kuralsızlık konusunda rekabete girmek, düşülebilecek en büyük yanlış. Ne aşırı korumacı olup çocuğun elini kolunu bağlamak ne de her şeyi yapmasına yaşamasına izin vermek doğru. Ancak bunları söylemek yapmaktan çok daha kolay. Çünkü her çocuk için geçerli olan ortak bir doz yok. Ayrıca aynı çocuk için bile gün güne yıl yıla uymaz bildiğiniz gibi.
İletişimi koparmamak ve tutarlı olmak en önemli kıstas. Çocuk bilmeli ki hata bile yapsa, annesi onu uyarmıştı, doğruyu bilir annesi ama sürekli başına kakmaz vıdıvıdı yapmaz. Yine bilmeli ki çocuk, her ne yaparsa yapsın annesi yanında ve arkasındadır. Bu, annesinin onun her yaptığını onayladığı anlamına gelmez, annesi tarafından eleştirilse de bilir ki sonuna dek sahip çıkar anne ona. Annesinin sevgisi koşullu değildir, başarıya endeksli değildir. Her koşulda çok sever ama çocuk başarılı olursa fazladan sevinir mutlu olur annesi, daha çok sevmez ama.
Oğlum 2001’de ÖSS’den çıktığında sevinçle boynuma sarıldı, “Çok iyi geçti!” diyecek diye bekledim. “Annem seni çok seviyorum, bir soru vardı Türkçe testinde. Bir paragraf sorusuydu, seni anlatıyordu sanki. Sen bana hiçbir zaman doğrudan yasaklar koymadın ama yapacağım her hareketin üzerinde gerçekten düşünmemi, sorumluluk almamı sağladın. Sonra da kararım ne olursa olsun başıma bir şey geldiğinde yanımda oldun. Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm sınavda böyle bir annem olduğu için. O yüzden sınavım da çok iyi geçti.” dedi öptü, öptü…
Ertesi gün soruyu gazetede gördüm. El yordamı ile bulduğum yolun, doğru bir yol olduğunu ben de bu paragraf sorusu ile anladım. Soru şöyleydi:
“Dört beş yaşlarında bir çocuk ağaca tırmanıyor. Onu izleyen annesi, çocuğa: “Dikkat et, in, düşersin.” demiyor. “Ağaçtan düşersen ne olabileceğini düşünüyor musun?” diyor. Yukarıda sözü edilen annenin yapmak istediği aşağıdakilerden hangisidir?” Seçeneklere gerek yok sanırım, derdimiz soruyu çözmek değil çünkü.

Teşekkürler oğlum, bana anne olmayı öğrettiğin için…
Sevgiyle...