Hayatın yükselen
temposu, kaynak aktarılacak çok daha fazla şey olması, iş içi rekabetin
artması, yaşam standardının yükselmesi, hayattan beklentilerimizin artması… ve
bütün bunlara sahip olabilmek için çok daha fazla çalışmak zorunda kalmamız,
aile içi iletişimsizliği de ister istemez arttırıyor. Çocuklara ayrılamayan
zamanın oluşturduğu vicdani baskı, onların her istediklerini hatta akıllarına
bile gelmeyenleri onlara sunarak azaltılmaya çalışılıyor. Aynı tempo ve
iletişimsizlik boşanmaların da nedenlerinden biri. Boşanma; kadın, erkek ve
çocuklar için çok travmatik bir olay şüphesiz. Ancak kadın için ekstra
zorlukların da oluşmasına neden oluyor.
“Ayaklarının üzerinde
duran, bir ev geçindirecek parayı kazanan, herkesten saygı gören bir kadın ne
zorluk yaşar ki boşanınca?” diye düşünebilirsiniz. Oysa boşanmak, dul olmak
kadının birdenbire sınıf düşmesi anlamına gelir. Kadın değersizleşiverir,
erkekler için daha bir ulaşılabilir hale gelen kadın, hemcinsleri için ise
potansiyel bir rakiptir üstelik. Ayrıca boşanmış kadın, destek görmeyi
beklediği hemcinslerinin kızgınlığı ile de karşılaşır kimi zaman. Kendi
yapamadığını, cesaret edemediğini yapmıştır boşanan kadın. Farklılaşmıştır,
eski köye yeni adet getirmiştir. Boşanmaların artmasına bağlı olarak boşanan
kadının sıradanlaştığını, insanların alıştığını düşünebilirsiniz ama değil.
Çocuk yetiştirmek
zordur ama tek başına bir kadının çocuk yetiştirmesi ise daha da zordur. Olabilecek
tüm olumsuzlukların sorumlusu annedir çünkü bizzat annenin kendi gözünde bile.
Kadın sanki çocuğunu çeyiz sandığında getirmiştir evlenirken, boşanırken de
götürecektir tabii ki! Babalar boşanma ile çoğunlukla ortadan kaybolur. En
iyileri ise “pazar babası” haline geliverir. Pazarları (o da her pazar değil)
alır götürür çocuğu, yedirir içirir bol miktarda da şımartır. Eve gelen gideni
sorgular, annenin yaşantısını izlemeye çalışır çocuğun satır aralarından. Eğer
babaanneye de gidiliyorsa çocuk bol miktarda anne dedikodusu da dinler. Alma
saatine uyulmaz, teslim saatine uyulmaz, geleceğim denir gelinmez, gelinmemesi
gerektiği zaman kapıya dayanılır. Yaptığı ya da yapmadığı her hareketle “Bu
topluluğun yöneticisi, kural koyanı hala benim.” mesajı vermeye çalışır eski
koca, babalık vasfının ona verdiği cesaretle. Gizli ya da açık kadının tüm
hayatını kontrol eder.
Kadın işinde zaten
yeteri kadar yoruluyor ve geriliyordur. Bir de eve gelip evin sorumluluğunu
yerine getirmek, birazdan yatacak olan çocuğun kısıtlı zamanında kavga dövüş
ödev yapmak, sürekli eleştiren, telaşlı, bağıran, sinirli bir insan olmak…
Pazar günü babasıyla çok eğlenceli bir gün geçiren çocuk, pazartesi akşamı
gerilir bu yüzden ve anneyi acıtmak için fırsat bulunca da kaçırmaz. Babasının
ya da babaannesinin annesi hakkında söylediği, o anki duruma uygun düşen bir
tanımlamasını döküverince ortaya, kadın paniğe kapılır. Çocuk elden
gitmektedir.
Kadın, çocuğuna tüm
yasakları, kuralları koyan kötü polis olmakla baba ile rekabet edemeyeceği gibi
bir duyguya kapılmaya başlar. Çocuğun sevgisini sürekli tutmak hatta kendisini
daha fazla sevmesini sağlamak için o da bir şeyler yapmalıdır. İşte bu noktada
çocuk kontrolü eline alır. Artık bu çocuğa kural koyamazsınız,
eleştiremezsiniz, sorumluluk almaya teşvik ve ikna edemezsiniz. Aile hayatı
paramparça olan çocuk giderek önce okulda sonra da arkadaşlık ilişkilerinde
çıkmaza girmeye başlar. Kendisinin kural koyamadığı elini taşın altına koymak
zorunda olduğu ortamlardan sıkılır, kaçınır, kaçar. Sanal dünya giderek daha
cazip hale gelir…
Ne yapmalı? Bunun her
çocuğa uygulanabilecek genel geçer bir formülü var mı? Elbette ki yok! Ancak
kadının kendisine güvenmesi ve tutarlı olması lazım. Baba ile kuralsızlık
konusunda rekabete girmek, düşülebilecek en büyük yanlış. Ne aşırı korumacı
olup çocuğun elini kolunu bağlamak ne de her şeyi yapmasına yaşamasına izin
vermek doğru. Ancak bunları söylemek yapmaktan çok daha kolay. Çünkü her çocuk
için geçerli olan ortak bir doz yok. Ayrıca aynı çocuk için bile gün güne yıl
yıla uymaz bildiğiniz gibi.
İletişimi koparmamak
ve tutarlı olmak en önemli kıstas. Çocuk bilmeli ki hata bile yapsa, annesi onu
uyarmıştı, doğruyu bilir annesi ama sürekli başına kakmaz vıdıvıdı yapmaz. Yine
bilmeli ki çocuk, her ne yaparsa yapsın annesi yanında ve arkasındadır. Bu,
annesinin onun her yaptığını onayladığı anlamına gelmez, annesi tarafından
eleştirilse de bilir ki sonuna dek sahip çıkar anne ona. Annesinin sevgisi koşullu
değildir, başarıya endeksli değildir. Her koşulda çok sever ama çocuk başarılı
olursa fazladan sevinir mutlu olur annesi, daha çok sevmez ama.
Oğlum 2001’de ÖSS’den
çıktığında sevinçle boynuma sarıldı, “Çok iyi geçti!” diyecek diye bekledim.
“Annem seni çok seviyorum, bir soru vardı Türkçe testinde. Bir paragraf
sorusuydu, seni anlatıyordu sanki. Sen bana hiçbir zaman doğrudan yasaklar
koymadın ama yapacağım her hareketin üzerinde gerçekten düşünmemi, sorumluluk
almamı sağladın. Sonra da kararım ne olursa olsun başıma bir şey geldiğinde
yanımda oldun. Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm sınavda böyle bir annem olduğu
için. O yüzden sınavım da çok iyi geçti.” dedi öptü, öptü…
Ertesi gün soruyu
gazetede gördüm. El yordamı ile bulduğum yolun, doğru bir yol olduğunu ben de bu
paragraf sorusu ile anladım. Soru şöyleydi:
“Dört beş yaşlarında
bir çocuk ağaca tırmanıyor. Onu izleyen annesi, çocuğa: “Dikkat et, in,
düşersin.” demiyor. “Ağaçtan düşersen ne olabileceğini düşünüyor musun?” diyor.
Yukarıda sözü edilen annenin yapmak istediği aşağıdakilerden hangisidir?”
Seçeneklere gerek yok sanırım, derdimiz soruyu çözmek değil çünkü.
Teşekkürler oğlum,
bana anne olmayı öğrettiğin için…
Sevgiyle...