1 Ekim 2014 Çarşamba

KÜSTÜM, VERİN TOPUMU :)

Çocukken hiç arkadaşlarınızla kavga ettiniz mi? Ölümüne küsüp ertesi gün, hatta gün içinde hiçbir şey olmamış gibi barıştınız mı tekrardan? Hani orta parmağı işaret parmağı üzerine atıp küserdik. Sonra da barışmak için baş ve işaret parmaklarını halka yapardık. Küstüğümüz kişi de işaret parmağını bu halkaya sokar ve kilidi açardı. Çocukken bu kadar kolay olurdu küsmeler ve barışmalar.

Büyüdük… Küsmenin farklı aşamalarını ifade eden çeşitli sözcükler girdi lügatimize: Kızmak, kırılmak, incinmek, gücenmek, silmek, yok saymak… Büyüdükçe işler sarpa sarıyor demek ki. Birileriyle sürekli aynı fikirde olmayabiliriz. Hata yapabiliriz. Ancak, kendimizi doğru ifade etmek ne kadar önemli. Kırıldığımız birine, “Seni sildim” dediğimizde yeni sorunlar yaşamaya da hazır olmalıyız.

Eğer bir kedi ya da köpekle yaşadıysanız onların bile ses tonlamalarından ne söylemek istediklerini anlayabilmenin mümkün olduğunu da bilirsiniz. İnsanlar ise onbinlerce yıldır, anlamlı sesler çıkararak “konuşma” denen iletişim biçimini kullanıyor. Yaklaşık beşbin yıldır da duygu ve düşüncelerini yazıya döküyor insanlık. Sümer metinlerine baktığımızda neredeyse şu an kullandığımız dil kadar zengin bir ifade biçimiyle karşılaşıyoruz. Hal böyleyken, kendimizi ifade etmek için bunca sözcük seçeneği varken kendimizi, duygularımızı doğru ve yerinde ifade edememek biraz da bizim hatamız değil mi?

Benim kullandığım yöntemi paylaşmak isterim sizlerle. Hani lise 1’de kimya dersinde atom modelleri görmüştük. Atomun ortasında bir çekirdeğin, çevresindeki yörüngelerde ise elektronların olduğu varsayımına dayanıyordu. Benim modelimde ise çekirdek benim. İlk halkamda bana en yakın olan kişi/kişiler var. İkinci yörüngede biraz daha uzak olanlar ve üçüncü yörüngede daha uzak olanlar. Bu böyle sıralanıyor. Bazen birisi ikinci yörüngeden dördüncü yörüngeye gidebiliyor ya da üçten altıya. Ancak hayatımdan hiç kimseyi silmiyorum. Belki en uzak halkaya atıyorum o kadar. Çünkü, “sildim” dediğimiz kişilerle bir arkadaşın ya da akrabanın cenaze töreninde ya da bir düğünde veyahut da bir davette karşılaşabiliyorsunuz. Tadınız kaçıyor başkalarının da tadı kaçabiliyor. Sorun yaşadığınız kişilerle o sorunu tüm çabalarınıza rağmen çözemiyorsanız sorunun derecesine göre mesafe koymak en iyisi kanımca. Sakince ve duygu patlamaları yaşamaksızın.  

Hiç düşündünüz mü iletişim hatalarını, doğru ve yerinde kelimeler kullanmama sorununu en çok kimlerle yaşıyoruz? Bizi doğru anlamasını istediğimiz patronumuz, iş görüşmesine gittiğimiz insan kaynakları müdürü, kredi çekmeye çalıştığımız bankadaki memur, ifade vermeye gittiğimiz karakoldaki komiser… ile mi yoksa en sevdiklerimizle, en yakınlarımızla, akrabalarımızla, arkadaşlarımızla mı? Eğer iletişim sorununu herkesle yaşıyorsak ciddi, çok ciddi bir kendimizi ifade etme sorunumuz var demektir. Ancak, iletişim sorununu sadece ikinci gruptakilerle yaşıyorsak o zaman da bir özgüven, özsaygı sorunumuz vardır. İnsanlarla olan ilişkimizde ast üst ilişkisi kategorizasyonu yaşadığımız, bizden altta diye nitelendirdiklerimize özensiz davrandığımız sonucu da çıkıyor bu durumda. “Bizden altta” ifadesinden kastım, “nasıl olsa ve her koşulda benim nazımı çekecek olanlar” kategorisidir ki bu tür bir davranış biçimine sahip olanların yeri geldiğinde “Sevgi emek ister arkadaş” diye iri sözler sarf etmesi ayrıca çelişkidir.

Danışanlarımla sohbetlerimizde kimi zaman onlardan hayatlarındaki öncelik sırasını maddelemelerini isterim. Örneğin şöyle yazarlar: 1. Sağlığım ve kendim, 2. Ailem 3. Dostlarım, 4. İşim, 5. Kişisel gelişimim ve hobilerim. Bu sıralamayı yapan kişi günde iki paket sigara içiyorsa birinci sırada gerçekten kendisinin ve sağlığının olduğuna inanmak mümkün müdür? Tam bir işkolikse, ailesine, eşine ve çocuklarına haftada bir saat bile zaman ayıramıyorsa ikinci sırada ailesinin/sevdiklerinin geldiğine nasıl inanabiliriz? Evdekilerin yiyecek ekmeği yokken, kira ve faturalar ödenmemişken adam parasını arkadaşlarıyla içki, işret masalarında yiyorsa bu sıralamayı ne kadar inandırıcı bulabiliriz? Demek ki olmasını istediğimiz sıralama ile sahip olduğumuz sıralamalar çelişebiliyor. Aynı durum kendimizi ifade etmek için gösterdiğimiz çabanın miktarıyla da ilgili olabiliyor çoğu zaman. En çok önem verdiğimizi iddia ettiğimiz kişilerle iletişim için gösterdiğimiz çaba çoğu kez verdiğimiz önemle ters orantılı olabiliyor.

Sevdiklerinize, değer verdiklerinize daha fazla zaman, emek ve iletişim için daha çok çaba ayırmanız dileğimle “Sana ey canımın canı efendim, Kırıldım, küstüm, incindim, gücendim” sözleri ile başlayan bir şarkı armağan etmek istiyorum. Sözlerinin kime ait olduğunu bilmediğim Rahmi Bey’in bu eserinde güftekar derdini ne güzel anlatıyor http://www.youtube.com/watch?v=T4mz1Y4-q7s


Ağzınızdan çıkanların çıkmasını istedikleriniz olması dileğimle, iyi bayramlar hepinize şimdiden :)