Çocukken hiç arkadaşlarınızla kavga ettiniz mi? Ölümüne
küsüp ertesi gün, hatta gün içinde hiçbir şey olmamış gibi barıştınız mı
tekrardan? Hani orta parmağı işaret parmağı üzerine atıp küserdik. Sonra da
barışmak için baş ve işaret parmaklarını halka yapardık. Küstüğümüz kişi de işaret
parmağını bu halkaya sokar ve kilidi açardı. Çocukken bu kadar kolay olurdu
küsmeler ve barışmalar.
Büyüdük… Küsmenin farklı aşamalarını ifade eden çeşitli
sözcükler girdi lügatimize: Kızmak, kırılmak, incinmek, gücenmek, silmek, yok
saymak… Büyüdükçe işler sarpa sarıyor demek ki. Birileriyle sürekli aynı fikirde olmayabiliriz. Hata
yapabiliriz. Ancak, kendimizi doğru ifade etmek ne kadar önemli. Kırıldığımız
birine, “Seni sildim” dediğimizde yeni sorunlar yaşamaya da hazır olmalıyız.
Eğer bir kedi ya da köpekle yaşadıysanız onların bile ses
tonlamalarından ne söylemek istediklerini anlayabilmenin mümkün olduğunu da bilirsiniz. İnsanlar ise onbinlerce
yıldır, anlamlı sesler çıkararak “konuşma” denen iletişim biçimini kullanıyor. Yaklaşık
beşbin yıldır da duygu ve düşüncelerini yazıya döküyor insanlık. Sümer
metinlerine baktığımızda neredeyse şu an kullandığımız dil kadar zengin bir
ifade biçimiyle karşılaşıyoruz. Hal böyleyken, kendimizi ifade etmek için bunca
sözcük seçeneği varken kendimizi, duygularımızı doğru ve yerinde ifade edememek biraz da bizim hatamız değil mi?
Benim kullandığım yöntemi paylaşmak isterim sizlerle. Hani
lise 1’de kimya dersinde atom modelleri görmüştük. Atomun ortasında bir çekirdeğin,
çevresindeki yörüngelerde ise elektronların olduğu varsayımına dayanıyordu.
Benim modelimde ise çekirdek benim. İlk halkamda bana en yakın olan
kişi/kişiler var. İkinci yörüngede biraz daha uzak olanlar ve üçüncü yörüngede
daha uzak olanlar. Bu böyle sıralanıyor. Bazen birisi ikinci yörüngeden
dördüncü yörüngeye gidebiliyor ya da üçten altıya. Ancak hayatımdan hiç kimseyi
silmiyorum. Belki en uzak halkaya atıyorum o kadar. Çünkü, “sildim” dediğimiz
kişilerle bir arkadaşın ya da akrabanın cenaze töreninde ya da bir düğünde veyahut da bir davette karşılaşabiliyorsunuz. Tadınız kaçıyor başkalarının da tadı
kaçabiliyor. Sorun yaşadığınız kişilerle o sorunu tüm çabalarınıza rağmen
çözemiyorsanız sorunun derecesine göre mesafe koymak en iyisi kanımca. Sakince
ve duygu patlamaları yaşamaksızın.
Hiç düşündünüz mü iletişim hatalarını, doğru ve yerinde kelimeler
kullanmama sorununu en çok kimlerle yaşıyoruz? Bizi doğru anlamasını
istediğimiz patronumuz, iş görüşmesine gittiğimiz insan kaynakları müdürü,
kredi çekmeye çalıştığımız bankadaki memur, ifade vermeye gittiğimiz
karakoldaki komiser… ile mi yoksa en sevdiklerimizle, en yakınlarımızla,
akrabalarımızla, arkadaşlarımızla mı? Eğer iletişim sorununu herkesle
yaşıyorsak ciddi, çok ciddi bir kendimizi ifade etme sorunumuz var demektir. Ancak, iletişim sorununu
sadece ikinci gruptakilerle yaşıyorsak o zaman da bir özgüven, özsaygı sorunumuz
vardır. İnsanlarla olan ilişkimizde ast üst ilişkisi kategorizasyonu
yaşadığımız, bizden altta diye nitelendirdiklerimize özensiz davrandığımız
sonucu da çıkıyor bu durumda. “Bizden altta” ifadesinden kastım, “nasıl olsa ve
her koşulda benim nazımı çekecek olanlar” kategorisidir ki bu tür bir davranış
biçimine sahip olanların yeri geldiğinde “Sevgi emek ister arkadaş” diye iri
sözler sarf etmesi ayrıca çelişkidir.
Danışanlarımla sohbetlerimizde kimi zaman onlardan
hayatlarındaki öncelik sırasını maddelemelerini isterim. Örneğin şöyle
yazarlar: 1. Sağlığım ve kendim, 2. Ailem 3. Dostlarım, 4. İşim, 5. Kişisel
gelişimim ve hobilerim. Bu sıralamayı yapan kişi günde iki paket sigara
içiyorsa birinci sırada gerçekten kendisinin ve sağlığının olduğuna inanmak
mümkün müdür? Tam bir işkolikse, ailesine, eşine ve çocuklarına haftada bir saat
bile zaman ayıramıyorsa ikinci sırada ailesinin/sevdiklerinin geldiğine nasıl
inanabiliriz? Evdekilerin yiyecek ekmeği yokken, kira ve faturalar ödenmemişken
adam parasını arkadaşlarıyla içki, işret masalarında yiyorsa bu sıralamayı ne
kadar inandırıcı bulabiliriz? Demek ki olmasını istediğimiz sıralama ile sahip
olduğumuz sıralamalar çelişebiliyor. Aynı durum kendimizi ifade etmek için
gösterdiğimiz çabanın miktarıyla da ilgili olabiliyor çoğu zaman. En çok önem
verdiğimizi iddia ettiğimiz kişilerle iletişim için gösterdiğimiz çaba çoğu kez verdiğimiz önemle ters orantılı olabiliyor.
Sevdiklerinize, değer verdiklerinize daha fazla zaman, emek
ve iletişim için daha çok çaba ayırmanız dileğimle “Sana ey canımın canı efendim,
Kırıldım, küstüm, incindim, gücendim” sözleri ile başlayan bir şarkı armağan
etmek istiyorum. Sözlerinin kime ait olduğunu bilmediğim Rahmi Bey’in bu
eserinde güftekar derdini ne güzel anlatıyor http://www.youtube.com/watch?v=T4mz1Y4-q7s
Ağzınızdan çıkanların çıkmasını istedikleriniz olması
dileğimle, iyi bayramlar hepinize şimdiden :)