İnsanlar tanıdım, çocuk sahibi olmak için kafasında
oluşturduğu mükemmel zamanın gelmesini bekleyen, insanlar tanıdım mutlu olmak
için hayalini kurduğu mükemmel an’ın olmasını bekleyen… Öğrendim ki mutlu olmak
için içinde bulunduğun koşulların ne olduğu çok da önemli değilmiş. Öğrendim ki
mutlu olmak, huzur sahibi olmak koşula bağlı değilmiş… Elbette ki kastettiğim büyük
acıları, kayıpları yaşadığımız dönemlerde mahallenin delisi gibi gülmek değil.
Hepimiz düşeriz, hepimizin canı acır. Ama ya kalkarız, yolumuza devam ederiz ya
da yattığımız yerde kalıp kendimize acırız. Tercih bizim. Bir Çin atasözünü
paylaşmak isterim: “Karakuşların başımızın üzerinden geçmesini engelleyemeyiz
ancak onların başımıza yuva yapmasını engelleyebiliriz.” der Çinli bilgeler.
İnsanlar tanıdım, “Bizden geçti” diyen, insanlar tanıdım “Artık
yapamam” deyip koşullarına teslim olan. “Tamam arkadaşım, sen belki şimdi Usain
Bolt gibi koşamazsın, hatta koşamazsın bile belki, iyi de kendin gibi de mi
yürüyemezsin?” dedim onlara.
Spor yapmanın bir yaşı mı var ya da âşık olmanın? Resim
yapmanın bir yaşı mı var ya da bir müzik aleti çalmayı öğrenmenin? Dil öğrenmenin
bir yaşı mı var, ya da üniversitede okumanın? “Elbette var!” diyenlere sorarım:
“Nerede yazıyor?” ya da şöyle sorayım: “Belli bir yaşa geldiği halde bunları
yapmış, başarmış olanlar yok mu?” Başkası yapabiliyorsa ben de yaparım, sen de
yaparsın, herkes yapabilir. Yaş, bir şeyleri yapmanın önünde engel değil, içimizdeki
ataletin bahanesidir ancak.
Bizler lise çağındayken mezuniyet ve diploma törenleri
yapılmazdı. Hele de kep ve cübbe giymek sadece kolej öğrencilerine mahsus bir
ayrıcalıktı o devirde. Üniversitede de böyle bir gelenek yoktu. Zaten 1981’de
üniversiteden mezun olan bir genç olarak 12 Eylül’ün ağır baskısıyla bunalan
ülkemde bir gencin böyle bir talebinin olması da mümkün değildi. Üniversite
mezuniyetinin bir tören halinde gerçekleşmesi Amerikan filmlerinde gördüğümüz
bir şeydi. Bizler çıkış belgelerimizi
sanki bir ayıpmış gibi gizli saklı aldık. Birçok kişi içerideyken, diğer
birçoğundan haber bile alınamazken bizlerin mezun olması bile vicdanımızı
yaralıyordu üstelik.
Sonraları kep giyme törenleri anaokullarına kadar indi.
Yıllarca gerek çocuklarının kep giyme törenlerine katılan gerekse benim gibi
öğretmen olup da öğrencilerinin mezuniyet törenlerinde görev alanların içinde
hep bir burukluk olmuştur bilirim. En azından benim oldu. Kep törenleri ve
mezuniyet seremonileri benim için asla ulaşamayacağım ilk gençliğimin simgesi oldu
uzun yıllar. Sonraları “Neden olmasın? Niye bizim de bir kep törenimiz olmasın?
Kep töreninin okul mezuniyetinden hemen sonra yapılması gibi bir kural mı var?”
diye sormaya başladım. İyi ki benim gibi düşünen başka arkadaşlarım da varmış.
Lise mezuniyetimizden tam 36 yıl sonra 21 Eylül 2013’te mezun olduğum lisenin
bahçesinde bir kep töreni gerçekleştirdik. Kimimiz eşleri, kimimiz yetişkin
çocukları, kimimiz ise torunları ile gelmişti törene. Yaklaşık iki saat süren
tören süresince çocuklar gibi şendik. 15-16 yaşındayken fotoğraf çektirdiğimiz
aynı yerlerde yine fotoğraflar çektirdik. Yıllardır görmediğimiz
arkadaşlarımızı gördük hasret giderdik. En önemlisi de RÖVANŞI ALDIK. “Bizden
geçti” demedik. “Yaşımızdan başımızdan da mı utanmayacağız” demedik. “Ülkenin
hali malum şimdi sırası mı?” hiç demedik. An’ı yakaladık ve hayatın tadını
çıkardık hep birlikte.
“Mükemmel an” yoktur, mükemmel an’lar gökten zembille inip
bize gelmez, an’ları mükemmel kılan biziz.
Sevgiyle…
Ayşe İhsan