30 Ağustos 2013 Cuma

AFFETME - 2 -

Daha önceki yazılarımda bilinçaltımızın olumsuz bir olaydaki ruh durumunu, o olayı hatırlatarak tekrar tekrar yaşamamızı sağlayan bir hizmet verdiğinden bahsetmiştim. Bunu, olağanüstü ruh durumu yaşadığımız bütün olayları bize hatırlatarak yapıyor, bizim için yararlı ya da zararlı diye bir ayrım yapmıyor demiştim. Bilinçaltı için önemli olan, yaşadığınız duygu durumuna ihtiyacınız olduğunu sanması ve onu tekrar yaşatabilmek için gerekli verileri çevreden seçip size sunmasıdır. Şimdi bu bilgi ışığında “affetme” kavramını yeniden ele alalım:

Geçmişimizde yaşadığımız ve affedemediğimiz bir olay varsa bu mutlaka duygularımızın da işin içine girdiğini gösterir. Alın size bilinçaltınız için yeni bir görev. Bilinçaltınız o olayı tekrar tekrar yaşamanızı ve “gündüz düşü” görmenizi sağlayarak ocağın altını sürekli açık tutacaktır. Kendiniz, kişisel gelişiminiz, sevdikleriniz için harcamanız gereken, harcayabileceğiniz enerjinin bir kısmı bu öfkeyi bu kızgınlığı beslemek için harcanacaktır. Böylelikle bir öfke döngüsü başlayacak tekrar tekrar bu ve benzeri olayları yaşamaya başlayacaksınız. Çünkü bilinçaltınız bir yandan bu olayı ısıtıp ısıtıp önünüze koyarken bir yandan da benzeri bir olay yaşamanız için gerekli verileri toplamaya başlar. Bilinçaltınız için sizin duygu durumunuzun yükselmesi önemlidir onu yükselten duygu çeşidinin ne olduğu önemli değildir. Bu, eğer siz kin, kızgınlık gibi duyguların döngüsünü kırmazsanız bu duyguları sürekli yaşayacaksınız anlamına gelir. Bu duygular tekrar tekrar yaşandıkça görselleştirildikçe aslında bilinçaltına “Bu tür duyguları yaşayacağım yeni durumlar için veriler topla” emrini de vermiş oluyorsunuz.

Affedemezseniz yeniden ve yeniden ve yeniden yaşarsınız. İyi de onu/onları nasıl affedeceksiniz? O kişi/kişiler suçlu değil mi? O kişi/kişiler size kazık atmadı mı? Ama ben onun yaptığını hoşgörün demiyorum ki. Affetmek sizin o kişi ile bağlarınızı çözmek anlamına gelir onu hoşgörmek onun yaptıklarını onaylamak değil. Affetmek, özgürleşmektir, sizi üzen kişilerden bağınızı koparmadıkça onları “herkes” haline getirmedikçe özgürleşmeniz mümkün değildir. Affetmedikçe, hayatınızın bundan sonraki kısmına da onlar yön verecek, kararlarınızı onların güdümünde alacaksınız demektir. Düşünün, piyangodan büyük ikramiye çıktı size ve siz bunun bir kısmını o sizi çok üzen kişi ya da kişilere dağıtıyorsunuz. Ya da paranızı nasıl değerlendireceğinize ilişkin onlar karar veriyor. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? İyi de o zaman zamanınızın enerjinizin bir kısmını o kişiler için niçin harcıyorsunuz, bazı kararları almanızda o kişilerin hiç mi etkisi olmuyor şu an? Acıları ve öfkeyi sırtınızda taşıdığınız sürece bu sadece gereksiz bir yük üstlendiğiniz anlamına gelmiyor mu?

Affetmediğinizde her yeni olayda kabuk tutmaya başlayan yaralarınız yeniden kanayacaktır. Affettiğinizde ise geçmişin sizde bıraktığı izlerden kurtulma şansınız doğacaktır. Derin ve kişisel acılarımızı yok sayarak sadece kendimizi kandırırız. Biz kendimizi kandırdıkça bizi hala yöneten, geçmişte bize acı verenlerdir. Onların mesajları hayata bakış açımızı etkiler çünkü bilinçaltı kodlarımızda kayıtlıdır. Onların etkisinden kurtulmak, bilinçaltı kayıtlarımızla yüzleşmekle mümkündür yok saymakla değil. Bu kodlar bilinçaltımızda olduğu sürece sağlıklı ilişkiler geliştirmemiz, özsaygı ve özgüvenimizi oturtmamız sorunlu olacaktır. Kendimizi küçük görmeye eğilimli ve bu yüzden de tekrar tekrar istemediğimiz ilişkilere giren ve aslında birlikte olmak istemediğimiz kişileri çeken biri haline geliriz. Bilinçaltımız bize o duygu durumunu yaşatmak için sürekli olarak çevremizden o tür kişileri seçmemize yarayacak kararlar almamıza yönelik veriler toplar çünkü.

Geçmiş, geçmişte kaldı, önemli olan başımıza gelenler değil bunlara nasıl bir tavırla yaklaştığımızdır. Ya geçmişin bizi şimdi de yönetmesine izin vereceğiz ya da geçmişimizle yüzleşip bilinçaltı kayıtlarımızı yenileyeceğiz.

Gerçek kimliğinizin olmak istediğiniz kişinin ortaya çıkmasına izin vermeniz için geçmişten gelen öfke ve acılarınızla yüzleşmelisiniz. Bu, zorlu bir süreçtir. Size acı veren, utandıran, kızdıran şeyleri yok saymak yerine kabullenmekle başlar. Kötü giden ilişkilerinizi sorgulayın: Bu ilişkide asıl aradığınız neydi; ilgi mi, güven mi, şefkat mi, onaylanmak mı? İçinizdeki duyguları sorgulayın: İçinizde neler olup bitiyor, bu duyguların kaynağı ne?

Affetmek zorlu bir süreç, “Ben neler yaşadım biliyor musunuz?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Peki, o yaşadıklarınızın bugün sizi “mükemmel sen” olmaktan alıkoyması mıdır istediğiniz? Hayatınızın geri kalanını kazanmak için bunca zamandır kendinize yük ettiğiniz tüm bu olumsuzluklardan kurtulmak için daha ne bekliyorsunuz?
mükemmel sen
Affetmek geçmişinizi değiştirmez, yaşadığınız olayları yaşanmamış kılmaz. Fakat sizin onlardan kurtulmanızı, özgürleşmenizi sağlar.

Sevgiyle...
Ayşe İhsan




25 Ağustos 2013 Pazar

BİLİNÇALTIMIZ, EMRİMİZDEKİ ROBOTUN KODLARINI DEĞİŞTİRMEYE HAZIR MIYIZ?

Su ya da başka bir içecekle dolu bardağa buz attığımızda buzun küçük bir kısmının sıvı üzerinde kaldığını büyük bir kısmının ise sıvıya battığını gözlemlemişsinizdir, tıpkı bir buzdağı gibi. Buz ve suyun özkütlelerinin farklılığından kaynaklanan bu fiziksel durum makalemizin konusu değil elbette ki. Birazdan yapacağım benzetmeye konu olan bu iki fiziksel hal’i hatırlatmak istedim sadece.

Bir buzdağı düşünün: Suyun üstünde yer alan kısmı bilinçli zihin olsun alttaki kısım ise bilinçaltımız. Çevremizden ya da vücudumuzdan gelen verileri ‘fark ettiğimizde’ bilinçli zihnimiz devrededir. İyi de her saniye bize gelen verilerden ne kadarını gerçekten fark ediyoruz. Bir an okumaya ara verin ve vücudunuza değen giysilerinizi hissedin. Siz bu odaklanmayı gerçekleştirinceye kadar giysilerinizin size dokunduğunu hissedebiliyor muydunuz?
Bir embriyo olduğumuzdan bu yana gelen verileri kaydediyoruz. Bu veriler beş duyumuzla, duygularla ve davranışlarla bize geliyor. Önce dağınık halde gelen bu verileri giderek örgütlemeye sınıflandırmaya başlıyoruz. Örneğin sıcağı öğreniyoruz sonra da çok sıcağı ve yanan sobaya el değdirmemeyi öğreniyoruz bazen de kötü bir deneyimle. Bu sınıflandırma süreci içinde en yakınlarımızdan başlayarak çevremizdekilerin davranışlarını gözlemliyor çoğu zaman da modelliyoruz. Giderek kendimize has değerlerimiz referanslarımız oluşuyor.

0-6 yaş arasında tüm deneyimleri ve verileri hiçbirini atlamaksızın kaydediyoruz. Duygular ve deneyimler birleşerek, görsel, işitsel ve davranışsal olarak kaydedilen ‘çekirdek inançlar’ımız böylelikle oluşuyor.

6-12 yaş arasında yaşadığımız tüm duygu ve deneyimleri bir önceki dönemde edindiğimiz çekirdek inançlarımızla karşılaştırıyor birleştiriyor ve bu çekirdek inançlarımızın pekişmesini sağlıyoruz. Bu dönem bir çeşit doğrulama ve onaylama süreci olarak da düşünülebilir.
12 yaş sonrasında ise bize gelen veriler artık bu çekirdek inançlarımızın süzgecinden geçerek bize ulaşıyor. Artık bilinçaltı kayıtlarımız oluşmuştur ve bilinçaltımızın penceresinden, onun izin verdiği kadarlık bir ufka sahibizdir. 12 yaş sonrası dönemimiz genellemeler yapma dönemi olarak da düşünülebilir.

Örneğin, çocukken çevresindeki erkeklerin eşlerini aldattığını gözlemleyen bir kadın partneri kendisini aldattığında erkeklerin güvenilmez olduğuna ilişkin zihin haritasına yeni bir veri eklerken, küçükken erkeklerin kalçalı kadınlardan hoşlandığına dair bir inanç geliştiren bir kadın partneri tarafından aldatıldığında bunun kendi zayıf kalçası nedeniyle gerçekleştiğini düşünecektir.

Oysa gerçek, partnerinin onu aldattığıdır bunun nedenine ilişkin açıklamalar ise o kadının bilinçaltı kayıtlarıyla ilişkilidir. Aslında bilinçaltımız iyi niyetlidir bizim hizmetkârımızdır ve bizim iyiliğimiz için çalışır. Ancak bilinçaltımız kendisine ait bir yorum yapabilme ya da yargı oluşturma gücünden yoksundur. Bu haliyle bir çeşit robot gibidir bizim koşulsuz hizmetimizde olan bir robot. Tek yaptığı, 0-6 yaş döneminde aldığı, 6-12 yaş döneminde pekiştirilen kurallara göre bize gelen verileri süzmek ve bilinçli zihnimize bizim inançlarımız temelli olanları göndermektir.
Elinizde şeffaf ve renkli bir kâğıt olduğunu düşünün. Beyaz bir duvara bu kâğıdın arkasından baktığınızda kâğıt ne renkse siz duvarı o renk görürsünüz. Bilinçaltımız da bu kâğıt gibidir. Kâğıt nasıl bazı ışık dalga boylarını süzerek size ulaşmasına izin vermiyorsa bilinçaltımız da birçok veriyi süzerek sizin vakti zamanında onu kodladığınız bilgi kadarını size ulaştırır.
Bilinçaltınızın size ulaştırdığı verilerden memnun değil misiniz? Hayatı algılama ve yorumlamada yöntem değişikliğine mi gitmek istiyorsunuz? Bilinçaltı kayıtlarını silmek ve değiştirmek istiyor musunuz?

Kişi bir sorunu olduğunu farkındaysa ve bu değişimi gerçekten istiyorsa NLP teknikleri ile bu eski ve işe yaramayan, hayatınızı yönetme ve değerlendirmede size ayak bağı olan eski kayıtlarını bilinçli düzeye çıkararak onlarla yüzleşebilir, onları kendi tarihinin çöp tenekesine atarak eski kayıtlarından kurtulabilir yerine sizin için geçerli olan yeni komutlar yerleştirilebilir.
Durumunuzu farkındaysanız, onu yönetme becerisine sahip olmak için ilk adımı da atmışsınız demektir.  Kişisel tarihinizi değiştirmek için zaman çizgisi terapisi başta olmak üzere birçok teknikten yararlanarak eski kodlarınızı değiştirebilir yeni kodlara sahip olabilirsiniz.

Sevgiyle kalın...

Ayşe İhsan 







23 Ağustos 2013 Cuma

BİLİNÇALTI ROBOTUMUZ

Aşağıdaki cümlelerden kaçını çocukluğunuz boyunca duydunuz?

Biz tombul bir aileyiz ne yaparsak yapalım kilo veremiyoruz.
Kadınlara göre bir iş değil o.
Erkekler ağlamaz.
Matematik zor bir derstir.
 O çok zor kimse başaramaz hele sen asla.
Kolay bir şey olsaydı herkes yapardı.
İlk kez senin aklına mı geldi sanıyorsun? Neyine güveniyorsun da bu işe girişiyorsun.
Sen zayıf bünyelisin o işi kaldıramazsın.

Bütün bunlar ve benzerleri, çocukluğumuzdan bu yana duyduklarımız. Bizden ve çevremizden gelen yargılar bilinçaltımıza bir emir olarak kaydediliyor. Üstelik iki kez kaydediliyor bunlar; önce çevremizden gelen emirler olarak sonra da bizim inancımız olarak. Bu emirler böylelikle pekişiyor, kökleniyor ve bilinçaltı inançlarına dönüşüyor. Hani derler ya “Birisine kırk kere deli dersen deli olur.”

Yaşımız ilerledikçe birçok olumsuzlukla, başarısızlıkla karşılaşmaya başlıyoruz. Kendimize kızarız niye devamlı aynı hataları yapıyorum diye ya da üzülürüz, hep aynı tip insanlarla karşılaşıyorum aynı tip olaylar başımıza geliyor diye. Bilinçaltımızın yanlış programlanmasından dolayı bunlar başımıza geliyor.

Bilinçaltımızın kendine özgü bir dili var nasıl ki bilgisayar dili temelde 0 ve 1’lerden oluşuyor ya da nasıl ki Mors Alfabesi denilen telgraf dili nokta ve çizgi kombinasyonlarından oluşuyorsa, bilinçaltımızın da kendine özgü bir dili var ve ancak bu dille konuşursak ona ulaşabiliyoruz.

Bilinçaltımız bizim hizmetçimiz, bizim için çalışıyor ancak o bir robot gibi bizim ona yüklediğimiz verilerden yola çıkarak bize hizmet ediyor. Bilinçaltımız biz neye inanırsak onunla ilgili verileri topluyor ve o bilgileri önümüze sunuyor. Bilinçaltımız bize hizmet etmekle görevli ve biz ne tür bir inanca sahipsek bizi memnun etmek için o inanca ilişkin verileri topluyor.

Bir işin zor olduğunu söylüyorsun, robot sana o işle ilgili zorluklar verilerini topluyor. Biz ise onun topladığı verilerden hareketle birtakım tercihler yapıyor ve birtakım kararlar veriyoruz. Doğal olarak veriler ne türden bir bakış açısıyla toplanıyorsa kararlar ve tercihler de ona göre veriliyor.
Onun programını değiştirmeden onun farklı veriler toplamasını beklemek hayalcilik. Güzel haber: Bilinçaltı yazılım programını değiştirmek mümkün. Ancak, bu yazılımı nasıl değiştireceğimizi bilmezsek aynı sorunları yaşamaya devam ederiz. NLP teknikleri bilinçaltının anlayacağı dilde etkili ve kalıcı olarak yazılım değiştirme programı olarak da düşünülebilir. Bilinçaltımız yeniden programlandığında bize geçmişten gelen inançlarımız doğrultusunda değil de gerçek verileri toplamaya başlayacaktır.

Bilinçaltımız iyi bir yazılımdır aslında tamamen bize hizmet eder. Ancak geçmişte ona birçok kötü program da yüklenmiştir. Bu programları değiştirmediğimiz sürece bilinçaltı denen yazılı tam, etkili ve verimli kullanamayız. Bir NLP sloganı olan “Düşüncelerinizi değiştirerek hayatınızı değiştirebilirsiniz” sloganının temel anlamı da bu uygulamada yatıyor zaten.

NLP Teknikleri gibi bir olanak varken biz kolay yolu seçerek kendimizi ve çevremizdekileri sürekli suçlamayı tercih ediyoruz. İnsanların bize nasıl davranacağının ipuçlarını onlara biz veririz. Bilinçaltı kötü programlarını değiştirmeyi başardığımızda o insanlar da bize eskisi gibi davranamayacaklar. Bu nedenle daha önce başımıza gelen kötü olaylardan, yaşadığımız kötü ilişkilerden artık sonsuza kadar kurtulabileceğiz.

Sevgiyle kalın...

Ayşe İhsan





21 Ağustos 2013 Çarşamba

AFFETTİĞİM ZAMAN O’NU ONAYLAMIŞ MI OLACAĞIM?


“Yanlış ve doğru hakkındaki fikirlerinizin ötesinde bir alan var. Sizinle orada buluşacağım. Çimenlerin arasına uzandığınızda, dünyanın doğru, yanlış fikirlerinize ihtiyacı olmadığını göreceksiniz” - Mevlana

Ne kadar çok travma yaşıyoruz; ölümler, aldatmalar, dolandırılmalar, tacizler, tecavüzler, ensest, terör, savaş tehlikesi…

Evet! Bazıları bizim kendi hatalarımız nedeniyle başımıza geliyor. Örneğin kendimize öyle erkekleri/kadınları çekiyoruz ki üzülmek kaçınılmaz. Birçok dolandırılma vakasında zarar görenin aslında kendi iç sesini dinlemediğine, dolandırıcıya inanmak için çaba harcadığına tanık oluyoruz. Hani sonradan, “İçimden bir ses aslında yapmamam/inanmamam gerektiğini söylüyordu.” diyor ama iş işten geçiyor. Ancak bazı travmalar bizim isteğimiz dışında gerçekleşebiliyor. Ölümler, terör, savaş, çocukken yaşanılan tacizler gibi.

Soruyorlar bazen: “Affetmek, O’nu hoş görmek değil mi?” ya da “Affettiğim zaman onu onaylamış olmuyor muyum?” Sorun “affetmek” kavramından çıkıyor aslında. Bu kavramı iki farklı anlamda kullanıyoruz. Önce birinci tipini tartışalım:

Çocukken yaramazlık ya da bir hata yapardık, annemiz babamız bize kızardı ama sonra affederdi. Kimi zaman yine aynı yaramazlığı ya da hatayı yapardık yine kızarlar ve yine affederlerdi. Bu türden bir af, gizli bir antlaşmadır, bazen onaydır. Anne baba, çocuğun sürekli olarak niçin o hatayı yaptığını sorgulamadığı sürece o hata yapılmaya devam edecektir. Çocukken, hata yapıp her defasında özür dileyince affedilen çocuk, ileride yetişkin olduğunda aynı davranış biçimini sürdürebiliyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yetişkinin gerçekten dikkatsizlik, dalgınlık ya da kaza sonucu yaptığı hatalarla; sürekli olarak tekrar eden, aynı tipten hataların birbirine karıştırılmaması. Israrla tekrar eden aynı tipten hataları affeden çiftin diğer üyesi aslında o hatanın sürekliliği için bir çeşit onay vermiş oluyor. Bu, bir çeşit gizli antlaşma durumu. Erkek eşini dövüyor, kadın surat asıyor söyleniyor ve affediyor. Sonra yine eşini dövüyor, kadın yine söyleniyor, surat asıyor ve affediyor.

Bu türden bir affetme, kaybetme korkusu temelli bir süreçle besleniyor. Her affetme davranışı, sorunu daha da pekiştirdiği gibi mağdur olan taraf başta olmak üzere çiftin her iki üyesini de yıpratıyor ve kendisini değersiz hissetmesine neden oluyor.

Ortalıkta “affetmek” üzerine bir sürü makale, CD, video dolaşıyor. Bu türden çalışmalarda kastedilen “affetme” kavramı ise bu kavramın ikinci tipten kullanım biçimine örnek. Aslında bunun yerine, “özgürleşme” kavramını kullanmak da mümkün. Bazen geçmişte yaptığımız kendi hatalarımıza takılı kaldığımızdan, bazen de bize haksızlık yapmış ama artık geride kalmış ya da geride kalması gereken kişilerle psikolojik bağımızı koparamadığımızdan, kendimiz için harcamamız gereken enerjinin bir kısmını bu kini, kızgınlığı beslemek için harcıyoruz.

Geçmişte, bize haksızlık yaptığını düşündüğümüz kişilerle bağımızı koparmayı başarabilmişsek, onları hayatımızdan çıkardığımız gibi zihnimizden de çıkarabilmek, onlardan özgürleşmek, onların geçmişte bize yaptığını onaylamak değildir. Buna geçmişte kendimizin yaptığı hatalardan dolayı kendimize kızmaktan artık vazgeçmek de dâhil. Elbette kendi hatalarımızdan ders çıkaracağız. Ancak kendimize bitmek tükenmek bilmez faturalar çıkarmaktan vazgeçmemiz, önümüze bakmamız gerekiyor.

Geçmişimizi değiştiremiyoruz ancak geçmişimizin bugünümüzü de yok etmesine izin veremeyiz. Bugünümüzü sağlıklı bir biçimde yaşamayı başarabilmemiz için geçmişimizdeki herhangi bir kişiye ya da güce karşı suçlamalarımızdan, öfkelerimizden ve kinimizden vazgeçmemiz gerekir. Aksi halde sağlıklı, mutlu ve üretken bir yaşam süremeyiz.
Aceleyle yemek hazırlarken elinizi kestiniz. Kanadı. Eliniz size küser mi? Kanar, şişer, hatta belki dikiş attırmak bile gerekebilir. Sonra iyileşir. Tamam, kesiğin derinliğine bağlı olarak biz iz de kalabilir ama geçer. Vücudunuz bundan dolayı sizden nefret etmez, yeni haliyle yaşamaya adapte olur, yeni bir denge kurulur.
Eğer geçmişteki bir travmaya takılıp kalırsanız ve hayatın akışına karşı direnç oluşturursanız, bu tıkanıklık her türlü olumsuz durumun ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Size karşı geçmişte yapılan olumsuz bir tavır, davranış ya da kötülüğü şu an değiştirmek elinizde değil ancak bunun, gününüzü etkilemesine izin vermemek elinizde. Bundan özgürleşmek elinizde.

Eğer geçmişinizde size karşı bir hata yapmış kişiyi ya da kendi hatanızı affetmeyi içtenlikle istiyorsanız, en büyük engeli aşmışsınız demektir. Elbette ki, onu affetmek ondan hoşlanmak, onu hoşgörmek ya da onunla tekrar bir araya gelmek anlamını taşımaz.  Sadece ondan özgürleşmek, onun bu gününüzü de olumsuz etkilemesine izin vermemek anlamına gelir.

Sevgiyle...
Ayşe İhsan