12 Haziran 2014 Perşembe

YARIN OKULUN SON GÜNÜ

Kategorize etmeye, sınıflandırmaya, yaftalamaya ne kadar meraklıyız. Buna rağmen biyolojinin alt dallarından biri olan taksonomi ya da sistematik yani Türkçesi ile sınıflandırma denilen bilim dalının bizim ülkemizde gelişmemiş olması bir çelişki değil. Biz her konuda olduğu gibi bilim ve araştırmada da emek sarf etmeden bir yerlere gelmek istiyoruz çünkü. Ayrıca her konuda mutlaka bir fikrimiz var yeni şeyler öğrenmemize de gerek yok bu nedenle.
Bu girişten sonra karne ve çocuk konulu bir yazı yazmak girişteki savımla çelişecek belki. “Madem herkesin her şeyi bildiğini iddia ettiğini düşünüyorsun, öyleyse bu yazı da neyin nesi?” diye sorabilirsiniz. Çocukla/gençle iletişimi irdeleyen “İletişebildiklerimizden misiniz?” başlıklı, bundan önce yazdığım yazının iyi eleştiriler alması ve paylaşılması umut çiçeğimin solmasını önlüyor diyeyim ve konuya gireyim.

Bu yazıyı bir önceki yazının devamı olarak ele alıyorum. Anne ve babalar, eğitimcilerin büyük bir kısmı, konu komşu… çocuğu/genci aldığı karne ile değerlendirmeye çalışıyor. Notlarına bakarak başarılı ya da başarısız diye etiketliyor. Geçen yazımda da belirttiğim gibi bir durumu değerlendirmek ile çocuğu etiketlemek çok farklıdır, ikincisi kalıcı hasarlara ve kabullenmelere yol açabilir. Karneyi bir durum değerlendirmesi olarak kabullendiğimizde sadece öğrencinin değil onun ailesinin ve öğretmenlerinin de bu değerlendirme kapsamında olması gerekir üstelik.
Yıllar önce ben henüz İTK’da çalışıyorken 8. sınıf öğrencilerine, okulun lise bölümlerini tanıtıcı sunumlar yapılırdı her yıl. Fen Bilimlerini de ben tanıtırdım. Bir zaman SBS diğer bir zaman OKS olmuş (şimdi de TEOG oldu) sınavların ağırlığı altında bunalmış çocuklara sorardım: “Çocukken çok meraklı mıydınız?” diye. Onlar da şevkle başlarını sallarlar hatta birkaçı, sorularıyla nasıl da çevresindekileri bunalttığını söylerdi gülerek.  Daha sonra sorardım: “Şimdi de öyle meraklı mısınız?” Bu sefer dinleyicilerim esefle ve bıkkınlıkla başlarını iki yana sallardı. Ben, sözlerime devam ederdim: “Yetişkinlikte, çocuk merakını koruyan ve bunu bir eyleme dönüştürenlere bilim adamı denir. Biliyorum ki sizler, öğrenme eylemini, bir sınavda kullanma göreviniz nedeniyle gerçekleştirmeye başladığınızdan, öğrenme serüveninin zevkini kaybetmeye de başladınız. Oysaki yeniden, öğrenme sürecini zevkli bir hale getirmek mümkün…”
Çocuklar öğrenmenin zevkini ne zaman kaybeder? Ne zaman soru sormaz olur? Öğrencinin zayıf olan dersleri niçin zayıftır? Anne ve baba çocuğa; çalış demekten, tehdit etmekten ya da ödül adı altında rüşvet sunmaktan öte ne yapmıştır? Çocuğun motivasyonu o dersi çalışmak için uygun mudur? Bir derste sonsuz olan öğrenme isteği niçin başka bir derste yerlerde sürünmektedir? Çocuk ya da genç yeni bilgileri almayı niçin bir külfet olarak görmektedir? Bir zamanlar sorularıyla sizi bunaltan bitmek tükenmek bilmez öğrenme merakı içindeki çocuk nasıl olmuş da bu hale gelmiştir? Bu süreçte biz büyüklerin payı nedir? “Yemedim yedirdim giymedim giydirdim hiçbir şeyini eksik etmedim yine de başarısız oluyor” demek sorunu çözüyor mu? Öğrenciyle iletişimi sadece dersleri ve başarısı temelli kurup bunun dışında bir iletişim geliştirmeyen bizlerin hiç mi payı yok bu durumda. “Benim zamanımda ergenlik zımbırtıları, bu laflar yoktu çalışmazsak kalırdık. Bu kadar basit” türünden konuşmalar yapan yetişkinlere soruyorum: Sizin zamanınızda öğrenciyi ders çalışmaktan alıkoyacak bu denli çok dikkat çekici ve dağıtıcı etmen var mıydı? Okul dışına itilenler bir meslek sahibi olabiliyorlardı üstelik. Üniversite sınavına girmeyi başaranların çok büyük bir kısmı da sınavı kazanıyordu. Örneğin benim sınava girdiğim 1977 yılında her üç kişiden biri sınav kazanıyordu. Üniversiteye girenlerin tamamı meslek sahibi olabiliyordu. Türkiye’nin neresindeki üniversiteyi kazanırsan kazan okuldan çıkınca iş hazırdı. Bu kadar farklı iki çağı karşılaştırarak kendimize, çocuğa yüklenmek için argüman yaratmak neyi çözüyor öyleyse?
Bir önceki yazımda çocukla/gençle iletişim becerilerini geliştirmede yardımcı olabilecek bazı bilgiler paylaşmıştım sizlerle bu yazının konusu ise “Kötü karne getiren çocuğa nasıl davranılmalı?”
Karne çocuğun/gencin başarılı ve başarısız olduğu dersleri gösteren dolayısıyla eksikleri saptamaya yarayan çizelgedir. Çocuk/genç, bu eksiklerini kapatmak istiyor mu? Nasıl kapatmak istiyor? Çizdiği yol haritası gerçekçi mi? Örneğin 10. sınıftaki bir genç aynı performansı 11. sınıfta da gösterdiğinde 9, 10 ve 11. sınıftan gelen açıklarını, bir yandan da 12. sınıftan açık vermemeye çalışarak 12. sınıfta nasıl kapatacak? Bu konuda eleştirmeden, sesinizi yükseltmeden, beden dilinizin olumlu olmasına özen göstererek ve en önemlisi konudan sapmadan bir yol haritası çizebilir misiniz çocukla/gençle birlikte? Cevabınız “evet” ise uyarılar kısmına geçelim.

1. Öncelikle iyi notlarını değerlendirin. Çocuğun/gencin bu iyi notları almasındaki stratejisi nedir, başarısının temel kaynağı nedir bunu belirleyin, daha sonra bunu, başarısız olduğu derslere nasıl aktarabileceğini tartışın. Sadece olumsuzlukları vurgulamak çocuğun/gencin olumlu özelliklerini görmesini engeller ve kendisini tümden başarısız, işe yaramaz, aile kaynaklarını heba eden biri gibi görmesine yol açabilir.
2. “Neden daha yüksek değil” ya da “Diğerlerinin durumu nasıl?” türünden sorular çocukta/gençte umutsuzluk ve değersizlik duygularının oluşumuna yol açar. Tüm çocuklar kendi gelişimleri içinde değerlendirilmelidir. Çok küçük bile olsa ilerlemeleri görmeli ve olumlu özellikleri ön plana çıkarmalıyız ki çocuğun/gencin özgüven gelişimi desteklenebilsin.
3. Genellemelerden kaçının. Başarısızlık nedenlerini birlikte belirleyin ve çözüm stratejilerini de birlikte geliştirin. Bu sırada dikte eden, emreden, otoriter bir tavır yerine, işbirlikçi, çözüm odaklı bir tavır sergileyin.
4. Çocuğu/genci düşünmeye ve konuşmaya yönlendirin savunmaya değil. Ortak kararlar alın ve uygulamayı da birlikte yapın. Bundan kasıt sizin zindancı/denetleyici görevini üstlenmeniz değil tabi.
5. Onun her koşulda değerli olduğunu hissettirin.
6. Başkalarıyla ya da kendi geçmişinizle kıyaslama yapmayın.
7. Asla pazarlık etmeyin, rüşvet önermeyin, tehdit etmeyin.
8. Kötü karne getiren çocuk/genç belli etmese de suçluluk, pişmanlık, üzüntü gibi duyguları yoğun olarak yaşıyordur. Onun duygularını farkında olun, bunu fark ettirin. İyi olmayan notların telafi edilebileceğini, bunun için çaba gerektiğini “Ben sana demiştim” tavrı göstermeden belirtin.
9. Sevgi ve ilginizin koşullu olmadığını hissettirin. Onu başarısız olarak değerlendirip ilgi ve sevginizden mahrum ederek, küserek, kötü davranarak… cezalandırmayın.
10. Karne başarısızlığı soğukkanlılıkla karşılanmalıdır. Çünkü kötü karne, gerekli şartlar oluştuğunda düzelebilir bir durumdur. Ancak çocuğun kişiliğinde yapılacak tahribatın telafisi mümkün olmayabilir.
11. Karne değerlendirmesi, anne ve babanın birbirini suçladığı, çocuk yetiştirmekteki algı farklılıklarının tartışıldığı bir fırsat haline dönüşmemelidir. Suçlamalar yerine ortak çözüm önerilerini tartışmak daha sonuç odaklı bir yaklaşımdır.
12. Anne ve babaların evde çocuklarla birlikte zaman geçirmemesi, sohbetlerin, konuşmaların okul ile ilgili sorgulama ile sınırlı kalması ev içi iletişimi yok ediyor. Çocukların/gençlerin bir kısmı bilgisayar oyunları, telefon ve internet bağımlısı. Yetişkinlerin de bir bölümü bilgisayar, internet ve TV bağımlısı. Bu durum önce iletişimi öldürüyor ve karne başarısını da çoğu kez olumsuz olarak etkiliyor. Bugüne kadar çocuğunuzun/gencin bağımlılığını eleştirmek, bilgisayarı/telefonu ondan almakla tehdit etmek ya da dersleri iyileşirse bir üst modeli alma türünden rüşvetler önermek dışında bu konuda ne yaptınız? Peki karne günü bu konunun konuşulması için uygun bir an mıdır? Çözüme ne kadar katkısı olacaktır?

Eğitim ve öğretim yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Sadece karne odaklı düşünmek durumu yeterince net ve objektif değerlendirmez. Bu nedenle çocuğu değerlendirirken sadece var olan duruma değil gelecek odaklı bakın. Ancak sizin gelecek algınız ve kaygılarınız ile çocuğun/gencinki örtüşmeyebilir. Hatta çoğu zaman da örtüşmez. Sabırlı olun. Onun anlayabileceği dil kalıpları kullanın.
Biz büyüklerin temel görevi çocukların öğrenme isteklerini köreltmeden yeni bilgiler almaktan korkmalarını sağlamadan karşılaştıkları zorlukları yenmeleri için cesaretlendirmek böylelikle öğretim başarısının ve yaşam kalitesinin artmasına katkıda bulunmaktır.
Sevgiyle kalın.

Ayşe İhsan

4 Haziran 2014 Çarşamba

İLETİŞEBİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

Aklımıza gelebilecek her türlü konu iletişim problemi haline gelebiliyor bizim ülkemizde. Bu nedenle hiçbir konuda doğru ve sağlıklı iletişim kuramıyoruz. Bir konu temalı sohbet ya da tartışmalarımız çağrışım oyununa benziyor. Örneğin bir öğrencim “kola” sözcüğünden on basamakta şu noktaya gelmişti: Kola – kantin – okul – ders – çalışmak – sıkılmak – babaannem – ağız kokusu – sprey – ozon tabakası. Kola’dan çıktık nereye geldik. Aşağıda olası bir diyalog okuyacaksınız:

Adam: Hafta sonu annemlere gidelim mi?
Kadın: Temizlik yapacağım hafta sonu.
Adam: Ne zaman annemlere gidelim desem bir bahanen oluyor.
Kadın: Ev işlerinin ucundan biraz tutsan ev bu kadar kirlenmezdi.
Adam: Ha evi ben kirletiyorum öyle mi? Her yere saçını döken sensin. Yemeğin içinden tut da koltuklara kadar her yer senin saçınla kaplı.
Kadın: Evde azıcık huzurum olsaydı bu kadar saçım dökülmezdi.

Konu neydi, nereye geldi. Eğer amaç ortaya atılan konuyu konuşmaksa konu nereye saparsa sapsın ana temaya geri dönmek gerekir. Adamın üçüncü cümlede yapması gereken bir suçlama ile konuyu saptırması yerine “Temizliği birlikte yapalım sonra annemlere gidelim” ya da “Hafta içi her gece azıcık azıcık birlikte yaparız ama hafta sonu annemlere gitmek ve bunu seninle birlikte yapmak istiyorum beni kırmazsan tabi.” türünden ana konuda kalmayı sağlayan ve çözüm odaklı bir yaklaşımı olsaydı konu çağrışım oyununu hatırlatan diyaloğa hele de karşılıklı suçlamalara dönmezdi.

Tartışmalarda sıkça yaptığımız bir başka hata da etiketlemek, genelleme yapmaya çok eğilimli olmamızla ilgili. Biz genellikle o olayı, o davranışı eleştirmeyip genelleme yapıyoruz. Olumluya odaklanmamamız da cabası. Örneğin, adam işten yorgun argın gelmiş fazla mesaiye kalmış. Kadın onu bir yerlere gitmeye zorluyor. Adam gitme konusunda isteksiz davrandığında da “Zaten sen asosyalsin” ya da “Çok tembelsin” şeklinde yaftalama hazır.  Oysaki tek bir olaya özgü davranışı eleştirmek ile genelleme yapmak çok farklı. İkincisi savunma mekanizmalarını doğrudan harekete geçiren bir saldırı gibi algılanıyor karşı taraftan. Karşı taraf da en iyi savunmanın saldırı olacağından hareketle karşı saldırıya geçecektir. Sonra gelsin çağrışım oyununa benzer diyaloglar.

Bu yazı biraz uzun olacak sanırım. 13 Haziran’da çocuklarımız karne alacaklar. Yazılı ve görsel medyada “karnesi kötü olan çocuklara nasıl davranmalıyız” temalı yazılar çıkacak, programlar yapılacak elbette. Ben de işin bir ucundan tutayım dedim. Çocuklarımızla iletişimde en sık yaptığımız yanlışlarla ilgili iki çift lafım var:

      1.  Yargılama – Eleştirme – Suçlama:
Sürekli yargıya ve eleştiriye maruz kalan çocuğun kişiliği bu eleştiriler doğrultusunda şekil alır. Örneğin sürekli olarak tembel olduğu eleştirisi yapılan çocuğun kişiliği bu yöne yönlenecektir. Kelimelerin davranışlardaki rolünü aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü sürekli olarak yapılan olumsuz eleştiriler olumlu yerine olumsuza yöneten gizli bir telkin özelliği taşırlar. Anne ve babalar eleştiri sırasında birbirinden farklı olan durumları aynı kategoride değerlendirme eğilimindedir. Örneğin çocuğun ödevlerini yapmaması, söz dinlememesi ve eve geç gelmesi aynı cümlelerle eleştirilebilmektedir.

Yaygın Konuşma Biçimleri:
  •       Sen zaten çocukken de tembeldin.
  •     Sürekli karşı geliyorsun çok asi bir evlat oldun.
  •     Çok anlayışsızsın oysa ben senin için saçımı süpürge ettim.
  •     Çok nankörsün seni doğuracağıma taş doğuraydım.
  •     Senin gibi evlat olmaz olsun.


Ne Yapmak Gerekir?
Çocuğun herhangi bir olumsuz davranışını eleştirirken bunu kişiliğine mal etmemek gerekir. Yapılan eleştiri davranışa yönelik olmalıdır. Çocuğun kişiliği saldırıyla karşılaşmazsa çocuk savunmaya geçmeyecektir. “Senin zeki ve sorumluluk sahibi biri olduğunu biliyorum. Ödevlerini yapmıyor olman ise sana yakışmayan tembelce bir davranış biçimi. Lütfen ödevlerini yapar mısın?” türünden cümleler, sorunu çözmeye yöneliktir. Burada tembel sıfatı çocuğun değil davranışa ilişkin bir saptamadır. Ayrıca çocuğun istekle yaptığı işlerden, etkinliklerden örnekler vererek onun her alanda tembel davranış biçiminde olmadığını farkında olduğumuzu göstermek çocuğu motive etmek açısından çok etkilidir. Bunun yöntemi, elbette “Bilgisayara gösterdiğin ilgiyi derslerine de göstersen bu durumla karşılaşmazdık.” şeklinde cümleler kurmak değildir. Bu tür cümlelerin çözüme de bir katkısı yoktur. Çözüm odaklı cümleler kurmak, kendimizi iyi ifade etmek yönünden daha etkilidir. Suçlama yaparak içimizi soğutmak istemiyorsak tabi.

      2. Alaya Alma – Komik Duruma Düşürme:
Anne ve babaların çocuklarını gaza getirmek amacıyla farkına varmadan bilinçsiz olarak yaptıkları bir hatadır. Amaç çocuğun olumsuz yanlarını yüzüne vurarak göstermek, onu utandırarak olumsuz davranıştan soğutmak olabilir.  Oysa bu tutum çocuğu kendinden utanan pısırık biri haline getirebilir. Çocuk anne ve babasının ona yakıştırdığı sıfatları içselleştirebilir. Az da olsa cesaret gerektiren durumlarda çocuk “Yine komik duruma düşerim alay edilirim.” endişesiyle yapması gerekeni yapmayabilir. Diğer bir olasılık ise anne ve babanın bu türden davranışlarını kendisine yönelik bir saldırı olarak algılayan çocuğun asileşmesi ve saldırganlaşmasıdır.
Ayrıca, anne babayla konuşurken anne ve babanın çocuğu taklit ederek ona ad takması, konuşmayı başka yöne çekebilir ve konuşma amacından sapabilir.

Yaygın Konuşma Biçimleri:
  •     Mıy mıy mıy çok biliyorsun sen bay ukala sen önce kıçını topla da sonra başkalarına akıl ver.
  •      Şuna bak yazar olacakmış. Sen önce matematiğin hakkından gel tembel teneke.
  •     Bıdı bıdı bıdı. Nenem de böyle kendi kendine konuşur dururdu sen erken bunadın herhalde.
  •     Ay şundaki rahatlığa bak, serilmiş yatıyor. Al koy kapı önüne paspas olsun bari işe yarasın.
  •     Sen kukumav kuşu gibi öyle otur ve düşün, aman sakın ha çalışma.
  •     Ne mühendisi saçmalama olsa olsa senden kaldırım mühendisi olur.


Ne Yapmak Gerekir?
Bazen çocukların hedef ve idealleriyle eylemleri aynı doğrultuda olmayabilir. Fakat bu durum anne babaya çocuğun onurunu kırma hakkını vermez. Bunun yerine çocukla sinirlenmeden sakin bir sesle ve olumlu bir beden dili kullanarak karşılıklı konuşmaktır. Amacınızın öfkenizi kusmak olmadığını çocuğun durumunu idrak etmesini sağlamak olduğunu gözden hiç kaçırmayın.

      3. Ahlak Dersi verme:
Bu tür konuşmaları çocuk ya çok ciddiye almaz ya da çok fazla ciddiye alarak kendini pis kötü değersiz görmeye başlar. Yapmalısın, etmelisin çalışmalısın ile biten cümle kalıpları, kendi gençlik zamanı ile kıyaslamalar doğru amaca hizmet etmez. Çocukların ve gençlerin bu tür konuşmaları çok ciddiye almadıklarını yapılan araştırmalar göstermiştir.

Yaygın Konuşma Biçimleri:
  •     Biz senin zamanındayken bu imkânları rüyamızda bile göremezdik.
  •     Bize layık bir evlat olmak istiyorsan sınavı kazanmalısın.
  •     Baban sabahlara kadar çalışıyor onun emeklerini boşa çıkarmamalısın.
  •    Okumayıp bizim gibi cahil mi kalacaksın biz senin okuman için her fedakârlığı yapmaya razıyız.


Ne Yapmak Gerekir?
“Sınavı kazanamazsam ne olur?” ya da “Kötü karne getirirsem ne olur?” sendromunu en fazla yaşayan öğrenciler, anne ve babaları tarafından üzerinde en fazla psikolojik baskı oluşturulanlardır. Çocuğu baskı altına almadan da istediklerimizi söylemek mümkündür. Duygu sömürüsü yapmadan, abartmadan, çocuğu borçlu çıkarmadan da bu başarılabilir. Eğer çocuğun değer bilir olması isteniyorsa bunun yöntemi onu kendi geçmişimizle kıyaslamak değildir. Bu durum yapılan iyilikleri yüze vurmaktan ileri geçmez. Sahip olduklarını hak etmiyorsun mesajı verilmemelidir.

      4. Emretme – Yönetme:
Genelde çocuğu bir davranışa yöneltmek için yapılır. Bu süreçte korku ve tehdit mevcuttur. Çocuk mecburiyet duygusuyla söyleneni yapabilir ancak anne ve babasına karşı kin, öfke, kırgınlık gibi duygular hisseder. Büyüdüğünde aynı psikolojiyi başka ortamlarda da hisseder.

Yaygın Konuşma Biçimleri:
  •     Derhal odana git.
  •     Dersini çalış.
  •     Sokağa çıkmayacaksın.
  •     Onunla arkadaşlığını kes.
  •     Derhal sofraya gel.
  •     Kapa çeneni.
  •      Kes sesini.
  •     Annenin/Babanın sözünü dinle.

 Ne Yapmak Gerekir?
Öncelikle çocuğu anlamak ve anladığını hissettirmek gerekir. Konuşmanın amacından ayrılmamak gerekir. Söylenmek istenen emir kipi ve ses tonlamasıyla değil ılımlı bir ifadeyle ve gülümseyerek söylenmelidir.

      5. Tehdit Etme:
Ergenlik döneminde sıkça yaşanan bir sorundur. Zaman zaman aile çocuğun davranışlarını kontrol altına almak için tehdite başvurabilir. Çocuk ise kendini ispatlama ve birey olma çabası içerisindeyken ailenin onunla ilgili kaygılarını aşırı korumacı olarak niteleyebilir. Bu durumda söylenenin tersini yapma neredeyse kaçınılmaz olarak gerçekleşir.

Yaygın Konuşma Biçimleri:

  •     Akşama baban gelince hesaplaşırız.
  •      Dersini yapma da bak neler oluyor.
  •     Sen böyle devam et, sonuçlarına da katlanırsın.
  •     Benim için sorun değil karnen gelince hesaplaşırız.
  •     Dediklerime uymazsan başına geleceklerden de sen sorumlusun.
  •     Harçlığın fazla geliyor galiba.

 Ne Yapmak Gerekir?
Temel amaç çocuğu olumlu bir davranışa yöneltmekken amaç genelde sapar. Dersini çalışmazsan neler olacak görürsün” tehdidi çocuğun “Neler olabilir ki?” sorusunu sormasına ve bazı şeyleri göze almasına neden olabilir. Meydan okumak ve tartışmak olumsuz sonuçlara yol açan iki yöntemdir.

      6. Çok İnceleyici Sorular Sorma:
Emniyet mensuplarının savcıların kullandığı çapraz sorgulama yöntemi gibidir. Örneğin eve geç kalan çocuğun sorgulanması buna benzer. Anne ve baba doğal olarak meraklanmıştır. Güvensizlik ve merak duyguları anne ve babayı bu yöntemi kullanmaya iter. Çocuk ise sanki bir şeyler saklıyormuşçasına içine kapanabilir. O sırada konuşmak istemeyebilir. Anne ve babasının kendisine güvenmediğini düşünebilir. Bazen bu duruma isyan edebilir.

Yaygın Konuşma Biçimleri:
  • Odana kapanmış kaç saattir ne yapıyorsun?
  • Kaç soru çözdün, bugün matematik çalıştın mı?
  •  Bu şekilde sınavı kazanabileceğini sanıyor musun?
  • Okuldan kaçta çıktın, ne zamandır yoldasın, niye geç kaldın, niye geç kalacağını haber vermedin neler saklıyorsun?
  • Telefonda kiminle konuşuyorsun kaç dakikadır telefondasın ne zaman konuşman bitecek?
  • Dershaneden kaçta çıktın neler yaptın kimlerle buluştun?

 Ne Yapmak Gerekir?
Ergenliğe girmiş gence onunla ilgili ve özel olan konularda çok fazla soru sorulmamalıdır. Onun size kendi özelini anlatabilmesi için size güvenmesi gerekir. Bu güveni oluşturmadıysanız genç, ardışık sorularının karşısında ya içine kapanır ya sizi geçiştirir ya da isyan eder. Çok detay sormak onu bıktırır. Anlatmak istemediği konularda üstüne gitmek doğru değildir. “Ne zaman anlatmak istersen seni dinlerim” demeniz yeterlidir. Aşırı sorgulayıcı tutum genci utandırır ve yıpratır.
Haklısınız, ortalıkta uyuşturucu satıcılarının kol gezdiği, gençlerin kötü yola düşürülmeye çalışıldığı, çocuk ve gençlerin her türlü kötü niyetli kişilerin etki ve istismarına açık olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ancak çocuklarımızı kötülükten korumanın yolu saldırgan ve sorgulayıcı bir üslup değildir. Siz ne kadar saldırgan olursanız onun hakkında o kadar az şey bilmeye de hazır olun.

Sonuç olarak iletişim kanallarını doğru yöntemlerle kurduğumuzda karşımızdaki hangi yaşta olursa olsun başarılı bir iletişimci olmamız mümkün. Başarılı bir iletişimin temel amacı iletilmek istenen mesajın doğru iletilmesini sağlamaktır. Bunun için yapılması gereken 6 temel eylem vardır:

    1. Konuşmanın amacını belirlemelisiniz: Özellikle kritik ve önemli konularda iletişim öncesi konuşmanın amacını belirleyin. Bu konuşmanın ne gibi yararı olacak? Her konuda aynı tavrı gösterdiğinizde gerçekten önemli konular ile önemsiz konular arasındaki farkı karşınızdaki ayırt edemez hale gelir. Amaç belirlendikten sonra konuşma başlangıcında bunun çocuğa söylenmesi gerekir.
     2. Ses tonuna ve beden diline dikkat etmelisiniz: İletişimin %7’si sözlerle % 38’i ses, vurgu, tını ile %55’i ise beden diliyle yapılmaktadır. Çocuğunuza önemli bir konuda öğüt vermeniz gerekiyorsa başını ya da yanağını okşamanız sevgi ve şefkat gösteren bir beden diliyle yaklaşmanız, ses tonunuzun da gayet ılımlı olması aktaracağınızı daha etkili bir şekilde aktarmanızı sağlar. Öfkeli kızgın bir tını ise çocuğun savunmaya geçmesine neden olur. Aynı durum eşiniz, sevgiliniz, kendinizden daha büyükler için de geçerlidir. Olumlu bir ses tonu ve beden dili iletişimdeki başarınızın anahtarıdır.
     3. Can alıcı kelimeleri tekrar edin: Konuşmanızda çocuğu derinden etkileyen birkaç söz bulun. Bu, onların hedefi ya da idealleri ile ilgili olabildiği gibi yetenekleri ile de ilgili olabilir. Eğer bunları konuşmanızda birkaç kez kullanırsanız onu anladığınızı daha iyi hissettirebilirsiniz. Bundan kastım temcit pilavı gibi sürekli aynı şeyleri tekrar etmek ve karşınızdakini bıktırmak değildir elbette. 
    4. Anlaşılır bir dil kullanmaya özen gösterin: Özellikle yaşı küçük olan çocuklar anne ve babasının ne demek istediğini tam olarak anlamayabilir. Konuşmanın amacından sapmaması için onun kelime haznesini dikkate alın.
   5. Karşıdakinin duyguların anlamaya çalışın: Anlaşıldığını, dahası ne hissettiğini bilen birisiyle konuşmak çocuğu son derece mutlu eder. Eğer siz de onun duygularını anlarsanız söylediklerinize de özen gösterirsiniz. Önemli olan ne söylediğiniz değil nasıl söylediğinizdir. Örneğin çocuk ders çalışmıyorsa, bunu anne ve babasını sinir etmek için yapmıyordur. Onun bu konudaki asıl duygu ve düşüncelerini bilmek, onu suçlamaktan daha olumlu sonuçlar almanıza neden olacaktır. Hiçbir çözüme, karşınızdakini o çözüme onun isteğiyle dâhil etmeden ulaşamazsınız. Siz güçlü olduğunuz sürece insanlar istediklerinizi yapabilirler. Ancak bu yöntemi kullanmanız demek insanların bir süre sonra sizden uzaklaşmasını da göze almanız demektir.
     6. Üstün taraf olmayın: Anne baba ile çocuk arasındaki konuşma bir süre sonra inatlaşmaya dönüşür. Sonuçta öyle bir hal alır ki “Benim dediğim olacak!” duygusu her şeyden üstün hale gelir. Çocuğun asilik göstermesi söylenenin aksini yapması bu davranışa yol açar.

“İyi de çocuğun asileşmesine neden olmadan onu nasıl motive edebilirim?” sorusunu duyar gibiyim.

Çocuğu Motive Etmek:
Çocukların, karakter özellikleri, ailevi durumlar ve başka etkilerle öğrenim hayatında başarısız olması, onlarla ilgili varsayımlarda bulunurken olumsuz düşünme hakkını kimseye vermez.

  •     Veliler kendi aralarında rekabet halindeler.
  •      Çocuklarını sürekli olarak bir yarış psikolojisi içinde tutuyorlar.
  •    Çocuklarını değerlendirirken uç kavramlar kullanıyorlar (çok akıllı, çok saf, çok beceriksiz…) Bu tür etiketlemeler çocuğu baskı altına almaktadır.
  •  Anne ve baba kendi tatmin edilmemiş planlarını çocuk üzerinden gidermeye çalışmaktadırlar.
  •    Derslerini eksik yapan çocuğun ödevlerini yapmak ya da ders çalışması için sürekli ödül vermek de bir başka sıkça rastlanan yanlış davranışlardandır.

 Bütün bunları göz önüne alarak çocuğu motive etmek için beş temel eylemden söz edilebilir:

     1. Var olan isteği yok etmeyin: Çocuğunuzun yapmak istediği meslek dalı ile ilgili olarak ona saygılı davranın, yaptırım uygulamayın. Sizin kafanızdaki saygınlık ya da para kazanma kavramıyla onun kendisi için uygun gördüğü gelecek algısı örtüşmeyebilir. Önemli olan onun başarısı ve mutluluğudur. Anne ve babalar amaçları kötü olmasa da çocukların hayallerini kırabilmekte hedeflerini yok edebilmektedir. Bilgisayar mühendisi olmak istediğini söyleyen çocuğa “Sen bu matematikle ancak kaldırım mühendisi olabilirsin.” demek o çocuğu motive etme yolu değildir. Aslında meslekle ilgili hayaller semboldür. Örneğin sihirbaz olacağını söyleyen bir çocuk ileride insanları şaşırtan yaratıcılık gerektiren bir meslek sahibi olabilir. Öncelikle çocuğun içinde bir heves varsa bunu kabul etmeli saygı göstermeli ve onun bu heyecanına ortak olmalısınız. Çocuğun istek ve idealleriyle çatışacak yaptırımlar uygulamamalısınız. Kaldı ki bu konuda onun ne kadar ciddi olduğu da gösterdiği performans ve sarf ettiği emekten anlaşılabilir. Anne ve babanın dikkat etmesi gereken temel nokta, çocuğun hedef olarak belirlediği noktanın gerçekten onun varmak istediği nokta mı yoksa daha farklı noktalara gelmek için emek harcamak istememesi mi olduğunu ayırt edebilmektir.

      2. Çocuğa hedef gösterin: İnsanlar hedef ile temenniyi çoğu zaman karıştırır. Hedef kesin net ve somuttur. Temenni ise muğlak ve soyuttur. Çocuklar kimi zaman gerçekleşmesi imkânsız isteklerde bulunabilir. Anne ve babalar bu istekleri önemser ve dikkate alırlarsa çocuğun lehinde kullanabilirler. Örneğin:

Çocuk: Anne ben büyüyünce astronot olacağım.
Anne: Öyle mi? Demek astronot olacaksın.
Çocuk: Evet.
Anne: Neden peki?
Çocuk: Çünkü astronotlar uzayda istedikleri gibi gezebiliyor.
Anne: Uzaya neden gitmek istiyorsun?
Çocuk: Çünkü uzayı çok merak ediyorum. Yıldız savaşlarında gördüm çok güzel bir yer uzay.
Anne: Peki nasıl astronot olunur biliyor musun?
Çocuk: Tam değil.
Anne: Öncelikle okuldaki derslerin çok iyi olması lazım. Eğer okuldaki derslerin çok iyi olursa astronot olarak seçilme şansın artar.
Çocuk: Bunun okulla ne ilgisi var?
Anne: Derslerle bile ilgisi var kuzucum. Özellikle fen ve matematik derslerin çok iyi olmalı.
Çocuk: Neden?
Anne: Çünkü astronot olabilmen için uzay bilimleri konusunda eğitim alman gerekecek ve bunun için de matematik ve fen derslerinin iyi olması gerekiyor. Sadece onlar değil tabi diğer tüm derslerde de başarılı olmalısın. Düşünsene ne kadar çok insan astronot olmak istiyor. En başarılıları seçiyorlar haliyle.
Çocuk: Öyleyse tüm derslerimde başarılı olacağım ve uzaya gideceğim.
Anne: bundan eminim bitanem, çünkü sen akıllı başarılı ve sözünde duran bir çocuksun.

Bu konuşmada anne çocuğun nasıl ulaşacağını bilmediği bir hayale gerçeklik katmış onu hedef haline getirmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta annenin çocuğa bir hedef koymaması sadece çocuğun hayalini daha net hale getirmesinde yardımcı olmasıdır.

     3. Çocuğu olumlu teşvik edin: Çocuk sizinle herhangi bir konuda umudunu amacını hedefini paylaştığında onu olumlu anlamda teşvik edin, umudunu kırmayın nazik bir dil kullanın. Onunla alay etmeyin. Çocuk izlediği filmden etkilenip örümcek adam olmak isteyebilir. Onunla dalga geçmek yerine onun bir film olduğunu gerçek hayatta yüksekten atladığımızda yaralanabileceğimizi hatta ölebileceğimizi söyleyebiliriz. Örneğin bir önceki konuşmayı ele alalım. Astronot olmak isteyen çocuğa “Sen kim astronot olmak kim? Sen önce televizyon seyretmek yerine dersini çalış sınıfını geç de…” dediğimizde çocuk anlaşılmadığını küçümsendiğini aşağılandığını düşünecek giderek daha az şeyi sizinle paylaşacaktır. Olumlu anlamda teşvik etmek yerine umudu kırılan çocuk ile ilişki giderek zayıflar.

     4. Çocuğu ödüllendirin: Olumlu şeyler yaptığında bunu görün ve ödüllendirin. Ödülün mutlaka maddi değere sahip olması gerekmez. Bu olumlu davranışı fark ettiğinizi göstermek, teşekkür etmek, sarılmak öpmek başını okşamak övmek de ödüldür. Ödül ile rüşvet birbirine karıştırılmamalıdır. Ödül olumlu bir davranış sonrası verilir. Rüşvet ise davranış öncesi verilir ya da verileceği söylenir. Maddi ödüllerde çocuğun ödülden haberi olmamalıdır. Sınıfımı geçersem bilgisayar sahibi olacağım düşüncesi çocuğu koşullu sevgiye yönlendirir. Sorumluluklarını koşullu olarak yerine getirmeye alışır.

5. Onunla zaman geçirin: Anne ve babanın çalıştığı günümüz koşullarında çocuğun bütün maddi gereksinimleri karşılanırken çocuğun duygusal ihtiyaçları beklentileri okul durumu çok fazla gözlemlenmemektedir. Çocuk kimi zaman ben para değil sevgi istiyorum diyerek duygusal açlığını dile getirmektedir. Aslında çocuğun sevgi diye adlandırdığı kavram ilgi ve paylaşımdır. İleride çocuğunuz sizin ona aldığınız son model bilişim cihazlarını değil onunla oynadığınız oyunları yaptığınız sohbetleri gittiğiniz maçları hatırlayacaktır. Onunla konuşun. Anne ve babalar konuşmayı sorgulamak ya da öğüt vermek olarak algılıyorlar. Onunla konuşun, gerçekten konuşun, sohbet edin. Birlikte zaman geçirin. Bundan kastım AVM’lerde dolaşmak değil. Birlikte yemek yapın, temizlik yapın, oyun oynayın, maça gidin, aile fotoğraflarına bakın, spor yapın…

Sevgiyle kalın…